ŞİLİ ÖRNEĞİNDE DEMOKRASİ MACERASI
Gözde Özer[1]
Şili demokrasi tarihine bakacak olursak
Halk Cephesi deneyimi ve Salvador Allende’nin parlamentoya girişi ile başlamak
gerekir.[2]
Şili cumhuriyet tarihinin de demokrasi tarihinde yeri olsa da bugün anladığımız
şekliyle halk iradesine ve özgür seçimlere dayanan parlamenter rejimi o
dönemlerde bulmak zordur.
Şili, bilindiği gibi diğer Latin Amerika
ülkeleri gibi İspanya boyunduruğundan sonra 1818’de bağımsızlığını kazanmış bir ülkedir. Diego
Portales önderliğinde cumhuriyet kurumlarını oluşturmayı başarmıştır.
Nihayetinde ortaya 1833 Anayasası çıkmıştır. O dönemde otoriter bir başkanın
sınırlarını çizdiği sınırlı bir demokrasi ortaya koyuldu. Bu mülkiyet
ilişkilerine göre belirlenmiş aristokratik rejim, farklı burjuva
fraksiyonlarını birleştirmiştir. 1871’e kadar 5 yılda bir halk seçimleri
olmadan yenilenen başkanla bu sistem
devam etti. Başkan halefini kendi belirlediği için ve iki dönemden fazla başkan
seçilemeyecekleri için her biri on yıllık hüküm sürdüler.
1860-1870 yılları arasında Şili dünyanın
en önemli bakır üreticisiydi. 1879-1883 Pasifik Savaşı’ndan sonra Peru ve
Bolivya’nın da birtakım güherçile alanlarını topraklarına katarak kendine bi
zenginlik daha eklemiş bulundu. Aynı şekilde kömür ve gümüşün ekonomideki
etkisi de sözü edilebilir niteliktedir. Bu ekonomik zenginlikler siyasal
istikrar için önemlidir.[3]
19. yüzyılda kurumlar düzeyinde kimi
reformlar da dikkat çekicidir. İlk medeni hukuk yasası 1855’te, din özgürlüğü
1865’te, başkanın ikinci kez seçilme hakkının iptali 1871’de, toplantı ve
dernek kurma özgürlüğü yasası 1874’te, sınırlı seçim hakkının iptali ve siyasal
partilerin seçimi kontrol hakkı 1874’te, medeni nikah ve seçim hakları yasası
1884’te çıkmıştır.[4]
Devletin gelişmesiyle birlikte orta sınıfın genişlemesi ve siyasal arenada
görünmesi söz konusu olmaya başlamıştır.
Pasifik Savaşı’nın İngiliz galipleri
Şili’de Güherçile Kralı olmuştu. Bağımsız kapitalizm ve burjuvazi kol kolayken
ulusal çıkarları korumak zordu. Ancak bu dönemde işçi hareketleri de belirmeye
başlamıştı.
20. yüzyıla gelindiğinde 1930’larda
Şili’de sanayileşme süreci gerçekleşiyordu. Tekstil, kimya ve besin sanayii
devlet desteği ile kurulmuştu. Bununla birlikte sanayi proletaryası gelişti ve
orta sınıf genişledi. Parlamentodaki oyları da aynı oranda arttı. Bu sosyal
hareketin baskısıyla bu dönemde sosyal içerikli birtakım yasalar çıkarılabildi.
1973’e kadar da bu kazanımlar geliştirildi fakat askeri darbeden sonra hepsi
rafa kalktı. Bu sırada sınıfsal ilişkilerin boyutu yeni bir biçim aldı ve
“uzlaşmacı” bir burjuva sınıfı ortaya çıktı.
Şili Sosyalizm Yolu
4
Eylül 1970’te Salvador Allende, Sol Koalisyon yani Unidad Popular tarafından
başkanlığa seçildi. Birleşik halk cephesi, sosyalist parti, komünist partisi ve
radikal partiden oluşuyordu. Unidad Popular emperyalizme karşı, tekellere ve
oligarşilere, sosyal adaletsizliklere karşı bir program izliyordu. Yeni bir yol
deniyordu, demokratik sosyalizm.[5] Allende’nin deyimi ile “Vino
Tinto ve Empenada[6] tadında bir sosyalizm”. Allende’nin
ifadesi ile popülizm ile sosyalist hareket arasında bu stratejik ortaklığın
ötesinde daha köklü bir eklemlenme ve özdeşleşme hiçbir zaman olmamıştır.
4 Nisan 1971’de belediye seçimleri
yapıldı. UP oylardan % 49.75’ini almakla açık bir zafer kazanıyordu. 11 Temmuz
1971’de en büyük bakır işletmeleri millileştirildi. Bunun yanında en büyük
metal işletmeleri, çeşitli bankalar ve tekstil fabrikaları da devletleştirildi.
Bu tarihte ulusal gelirin % 58.6’sı ücretlerden meydana geliyordu.[7]
UP’ye Muhalefet:
Enflasyon oranının artışı ve orta
tabakaların hoşnutsuzluğu hükümetin pozisyonunu sarstı. Buna koalisyon
uzlaşmazlıkları ve muhalefetin saldırgan eylemleri de eklendi. ABD’nin Şili’ye
yönelik ekonomik engellemeleri, kredi kesintileri, makine ve yedek parça
sevkıyatını durdurması, sanayi, tarım ve ulaştırma sektörüne yönelik
baltalayıcı girişimleri de olayın başka bir yüzüydü.
Muhalafet eylemlerinin tırmanması 11
Eylül 1973’te askeri darbesi ile son buldu. Salvador Allende düşürüldü. ABD
zaten Allende başa geçtiğinden beri darbe koşulları için elinden geleni
yapmıştı. Henry Kissinger “Beyaz Saray 1968-73” adlı anılar kitabında bunu
açıkça teslim etmiştir.[8]
“Artık karar vermiştik, Şili’deki elçimiz Korry’yi askeri bir darbenin olanak
ve olasılıklarını araştırmakla görevlendirecektik. Ayrıca Allende’ye karşı
etkili bir muhalefet olışturursak bunun lehte ve aleyhte noktaları ne olurdu,
bunu da araştıracaktı.” Nixon bu iş için 10 milyon dolar ayırmıştı, ne de olsa
Şili’de kurulacak olan sol hükümet ABD’nin ulusal güvenliği için tehlike arz
etmekteydi.
Bunun yanı sıra hükümet karşıtlığı
burjuva kesiminde de vardı. Ve hatta radikal sol kesim Allende’yi burjuva
güçlere fazla demokratik davrandığı gerekçesiyle suçlamaktaydı. Yiyecek
maddelerinin dağıtımı boykot ediliyor, kara borsa yaratılıyor ve bunun
sorumlusu hükümet olarak gösteriliyordu. Silahlı kuvvetleri kışkırtıyorlar,
kaos resmi çiziyor ve ülke güvenliği elden gidiyor diyorlardı. Sağ görüşlü
politikacılar da sürekli askerlerle iletişim halindeydi. Sonunda 11 Eylül 1973
günü Moneda Sarayı bombalandı ve Allende öldü.
Pinochet’in Askeri Diktatoryası:
Bundan sonra askeri diktatorya altında
Şili, Chicago Okulu’nun neoliberal muhafazakar görüşlerinin sahası haline
geldi.[9]
Herşey özelleştirildi, herşey piyasaya teslim edildi. Devlet piyasa
ekonomisinin işleyişini kolaylaştıran, güvenlik organlarıyla onun serbestliğini
sağlayan bir aygıt haline geldi. Ancak diktatoryanın sonucu olarak Şili
ekonomik sorunlarla başbaşa kaldı. İhracatını bakır, molibden, selüloz, balık
unu ve meyve oluştururken[10],
ithalatın kapıları da ardına kadar açıldı. Bunun sonucunda işsizlik arttı. Dış
borçlar 20 milyar dolar düzeyindeydi. IMF ile görüşmeler sıklaşmıştı. Zenginlik
merkezileşmişti. En büyük beş holding en önemli 250 sanayi işletmesinde
sermayenin üçte ikisini kontrol ediyor, ayrıca dış kredilerin %70’ini de onlar
alıyordu. Dünya bakır rezervinin üçte biri olan Şili bakır rezervleri iki
yabancı holding olan Anaconda ve Exxon’a satıldı. 1982 Şili ekonomisinin iflas
yılıdır.
Askeri Rejimin Sonu:
Bu kötü ortamda siyasi muhalefet,
bütünlüklü bir yapı arz etmiyordu. Sağ, sol ve merkezden oluşan partiler,
yasadışı ilan edilen devrimci yapılar ve sendikalar muhalif gruplardı. Pinochet
diktatörlüğüne karşı eylemlilikler, MIR[11]’ın
liderlerinin gizlice Şili’ye dönmeleriyle 1978’den sonra yoğunlaşmaya başladı. Bunun
yanı sıra MAPU (birleşik halkçı eylem için hareket, 1969), FPMR (Manuel
Rodriguez Yurtsever Cephesi-1983) gibi direniş örgütleri mevcuttu ancak çok
fazla etkili olamadılar.[12] Ekonomik
nedenlerle ilgili olan ilk büyük çaplı eylem 11 Mayıs 1983’te bakır işçilerinin
başlattıkları genel grevle başladı. Temmuz 1983’te bakır işçilerini bastırma
görevi orduya verildi. Bu direnişler ve muhalif sesler bir yandan olurken
siyasi anlamda bunun göstergeleri de su yüzüne çıktı. Muhalifler sağ ve sol
olmak üzere iki siyasi kanatta toplandı. Sağda Demokratik Birlik (AD) vardı.
Solda ise Demokratik Halkçı Hareket (MDP) vardı. Bu sırada İçişleri Bakanı
Sergio Onofre Jarpa demokrasiye geçiş sürecini hızlandıracağını söyleyedursun
baskı da giderek artıyordu. İçindeki değişik görüşlere rağmen muhalafet toplu
olarak anayasacı bir halk meclisi için mücadele veriyordu. Bunlara karşılık
olarak Pinochet, komünizmle mücadelesini sürdürüyordu ve tüm ülkeyi işgal edip
vatanın bütünlüğünü vurguluyor, her Şilili batılı değerlerin savunusunda bir
neferdir diyordu.[13]
Pinochet 1988’e kadar Şili’yi demir
yumrukla yönetti. Devlet başkanlığını uzatmak için yaptırdığı plebisitte[14]
halk Pinochet’i reddetti. Darbeden 16 yıl sonra Şili’de ilk seçimler yapıldı ve
Hristiyan Demokrat Parti lideri Patricio Aylwin seçildi. Pinochet 1990’da
görevinden ayrılsa da 1998’e değin genelkurmay olarak göevini sürdürdü. Zaten
bu arada Berlin Duvarı yıkılıp Soğuk Savaş sona ermişti ve Pinochet tarihteki
misyonunu tamamlamıştı.
[1] Ankara
Üniversitesi, Latin Amerika Çalışmaları, Yükseklisans Öğrencisi.
[2]
Ertuğrul
Kürkçü v.d, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, İletişim
Yayınları, 1988, İstanbul, s. 1465.
[3]
Latin
Amerika politikasında doğal kaynakların yeri için bknz.
Eduardo Galeano, Latin Amerika’nın Kesik
Damarları, Çeviren: Atilla Tokatlı- Roza Hakmen, Çitlembik Yayınları,
İstanbul, Nisan 2010
[4]
Ragıp
Zarakolu (der.), Latin Amerika’da
Militarizm, Devlet ve Demokrasi Dosyası, Alan Yayıncılık, Aralık 1985, s.
245
[5]
Aziz Çelik,
“Allende’yi Hatırlamak, 11 Eylül ve 12 Eylül”, T24 Bağımsız İnternet Gazetesi, 12.09.12.
[7]
Ragıp Zarakolu
(der.), a.g.e., s. 249.
[8]
Detaylı
bilgi için bknz. “Şili Darbesi’nde Kissinger Parmağı”, BBCTurkish.com,
11.09.08.
http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2008/09/080911_chile_kissinger.shtml
[9]
Sibel
Özbudun, Latin Amerika’da İsyanın Tarihi,
Ütopya Yayınevi, Ankara, 2008, s. 413.
[10] Azgelişmişliğin
bir göstergesi olarak, gelişmiş ülkeler gibi işlenmiş sanayi malı değil de
hammadde ihraç ediyordu.
[11]
MIR (Movimiento de Izquierda Revolucionaria veya Devrimci Sol
Hareketi) 1960lı yılların ortalarında kuruldu. Şilili isyancı grup.1970'lerde,
Başkan Salvador Allende'nin devrilmesinden sonra, aktif diktatör Augusto
Pinochet önderliğindeki dönemde, Şili hükümetini devirmeye teşebbüs etmiştir.
Ayrıntılı
bilgi için bknz. latinamericanhistory.about.com/od/.../a/09ChileMIR.htm
[12]
Latin
Amerika’daki Marksist örgütlenmeler konusunda ayrıntılı bilgi için bknz.
Michael Löwy, Latin Amerika Marksizmi,
Çev. İrfan Cüre, Belge Yayınları, 1.Baskı, Mayıs 1998, İstanbul.
[13]
Ragıp
Zarakolu, a.g.e., s. 259.
[14]
Plebisit (İng, Fr: plebiscite), herhangi bir siyasi konuda
karar almak üzere halkoyuna başvurulması demektir. Genel kullanımda referandum
ile eş anlamlıdır. Ancak tarihi literatürde plebisit sözcüğü, özellikle I.
Dünya Savaşı ertesinde bazı bölge ve ülkelerin kaderini belirlemek için yapılan
halk oylamalarını ifade eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder