8 Mart 2013 Cuma

ANLAMADIM, HİSSETTİM


ANLAMADIM, HİSSETTİM
Her mevsimde farklı görünür bir ağaç,
Yaşam gibi..
Kış olunca öldü sanma,
Yaz olunca da hep meyve verecek sanma…
               
                Bir öyle bir böyleyiz, düşer kalkar devam ederiz. Hasta için sabah ezanın sesini duymak çok huzurludur, çünkü gece karanlığı ölümü hatırlatır, “sabaha çıkmak” ister. Mavi nedir bilmek için ne biliyim mesela gökyüzünü görmek gerektiği gibi, öyle hissedebilmek için o yoldan geçmek gerekir. Nefes alamadığını düşün, zar zor nefes alabiliyorsun, dayanılmaz ağrılar çekiyorsun, ağrıdan sesini bile çıkaracak halin yok. Sen yarın hangi işler peşinde koşacağını düşünemiyorsun artık, sen artık sadece “yarın”ı düşünüyorsun… Öyle çok şey geliyor ki aklına, ama belki de bazen bir hastalık yorulan ruhuna dinlenme fırsatı da veriyor. Anlamlandırmaya çalışıyorsun artık yarın ne yapacağını değil de yalnızca “yarın”ı düşünebildiğin için belki, diyorsun ki “Son nedir? Sonsuzluk nedir? Ölüm nedir, yaşam nedir? Ne olabilir herşeyi anlamlı kılacak, o bulmacadaki eksik parçayı tamamlayacak olan görünmez şey?”. İnancın kuvvetleniyor. Ben kim neye inanır, hangi Tanrıya kulluk eder kıymet vermem. Ama bir hasta kişi hissiyatıyla soru sorma kabiliyetinde olan kişi gerçek bir insandır kanımca. Asla mantıksal olarak açıklayamayacağımız, dimağımızın yetmediği, bizim algımızın çok daha ötesinde gerçekliklerin olduğuna aklım yatıyordu önceleri de… Ama hiç bu kadar derinden hissetmemiştim, çözemediğim o bilmeceyi çözdüm. Tanrının varlığını neden bilmeye anlamaya çalışmıştım ki bunca zaman? İnsan zavallılığıydı bu! Kaçtı acaba beynimdeki hücre sayısı?  Var mıydı sonsuz gerçekliklerin sayısı kadar beynimin hücre sayısı? Anlayamazdım, anlayamam elbette, inanabilirim yalnızca… Yataktan kalkamaz haldeyken sağlıklı olduğum günlerden çok daha huzurluydum artık, insan olmam bedenimin varlığıyla sınırlı bir anlamsızlık değilmiş, anlamadım, hissettim…