ANLAMADIM, HİSSETTİM
Her
mevsimde farklı görünür bir ağaç,
Yaşam
gibi..
Kış
olunca öldü sanma,
Yaz
olunca da hep meyve verecek sanma…
Bir öyle bir böyleyiz, düşer
kalkar devam ederiz. Hasta için sabah ezanın sesini duymak çok huzurludur,
çünkü gece karanlığı ölümü hatırlatır, “sabaha çıkmak” ister. Mavi nedir bilmek
için ne biliyim mesela gökyüzünü görmek gerektiği gibi, öyle hissedebilmek için
o yoldan geçmek gerekir. Nefes alamadığını düşün, zar zor nefes alabiliyorsun,
dayanılmaz ağrılar çekiyorsun, ağrıdan sesini bile çıkaracak halin yok. Sen
yarın hangi işler peşinde koşacağını düşünemiyorsun artık, sen artık sadece
“yarın”ı düşünüyorsun… Öyle çok şey geliyor ki aklına, ama belki de bazen bir
hastalık yorulan ruhuna dinlenme fırsatı da veriyor. Anlamlandırmaya
çalışıyorsun artık yarın ne yapacağını değil de yalnızca “yarın”ı
düşünebildiğin için belki, diyorsun ki “Son nedir? Sonsuzluk nedir? Ölüm nedir,
yaşam nedir? Ne olabilir herşeyi anlamlı kılacak, o bulmacadaki eksik parçayı
tamamlayacak olan görünmez şey?”. İnancın kuvvetleniyor. Ben kim neye inanır,
hangi Tanrıya kulluk eder kıymet vermem. Ama bir hasta kişi hissiyatıyla soru sorma
kabiliyetinde olan kişi gerçek bir insandır kanımca. Asla mantıksal olarak
açıklayamayacağımız, dimağımızın yetmediği, bizim algımızın çok daha ötesinde
gerçekliklerin olduğuna aklım yatıyordu önceleri de… Ama hiç bu kadar derinden
hissetmemiştim, çözemediğim o bilmeceyi çözdüm. Tanrının varlığını neden
bilmeye anlamaya çalışmıştım ki bunca zaman? İnsan zavallılığıydı bu! Kaçtı
acaba beynimdeki hücre sayısı? Var mıydı
sonsuz gerçekliklerin sayısı kadar beynimin hücre sayısı? Anlayamazdım,
anlayamam elbette, inanabilirim yalnızca… Yataktan kalkamaz haldeyken sağlıklı
olduğum günlerden çok daha huzurluydum artık, insan olmam bedenimin varlığıyla
sınırlı bir anlamsızlık değilmiş, anlamadım, hissettim…