28 Ocak 2013 Pazartesi

YENİ ANLIYORUM




Bazı şarkıların anlamını yeni kavrıyorum,
Yeni alıyorum şarabın ağlamaklı tadını
Yeni anlıyorum,
Bu dermansız dertle,
Bu yaşımda…
Hayret…

25 Ocak 2013 Cuma

BİR İŞSİZİN GÜNLÜĞÜ - II


BİR İŞSİZİN GÜNLÜĞÜ – II: Ataleti Yenmek

                Atalet duygusu… Bazen insanın üzerine öküz oturmuş gibi olur. Hiçbirşey yapmak istemez bünye. Sebep? Aynı anda birden fazla iş yapılması gerekmektedir. Hangisini önce, hangisini sonra yapacağını bilemezsin. Vakit geçtikçe iş öyle bir raddeye gelir ki hangi işi nasıl yapacağını da bilemezsin, çünkü sıkışmışsındır. Bunun için gayet etkili ve güzel bir çözüm buldum.  Artık saçma sapan işlerim bile planlar dahilinde yürüyor. Herşeyi yazmaya başladım. Tüm hayatıma dışarıdan bakma fırsatını buluyorum ve anladım ki ne kadar çok yapılması gereken şey olursa olsun, vakit planlandıysa ve boş işler için ajandada yer yoksa bütün yapılması gerekenler halloluyor. Yani diyorum ki, o “nedensiz yere hiçbirşey yapamama, iradesiz davranma” üzerine oluşan atalet duygusu ancak böyle yenilebilir.
                Elbette bu duygunun oluşmasında geçmişte yaşanan ve sürekli tekrarlanan başarısızlık tecrübeleri de bir etken. Bu tecrübelerin olumsuzlamalarından kurtulmak için de hiçbir zaman unutmamamız gereken bir şey varsa, o da herşeyin bir sonu olduğudur, kötü tecrübeler hiçbir zaman durumu kanıksamaya dönüşmemeli. Pazartesi diyete başlayıp Çarşamba günü bırakanlar, hiçbir zaman diledikleri görünüşe kavuşamayacaklarını düşünür ya, bu da onun gibi bir şey. Onlar hiçbir zaman kendi yaşam stilleri ve yeme alışkanlıklarına uygun ve uzun vadeli diyetlere değil de hızla kilo verebilecekleri türden bir diyete başlamışlardır ve o yüzden sürekli diyet halinde olan şişkolardırlar. Misalen ben de hep ikiden fazla yabancı dilim olmasını hayal etmiştim. O hayal ettiğim zamanlar oturup bunun için plan yapsam gerçekten de şu anda birkaç yabancı dil biliyor olabilirdim. Çünkü bu hayali kurduğumun üzerinden çok uzun yıllar geçti. Ama bu farkındalığa erişmek de bence bir kazanç. Atalet duygumu yendim ve birşeyler yapmaya başladım.
                Okumak ve yazmak benim için çocukluğumdan beri bir tutkuydu. Ama bunu hiçbir zaman sistematik bir hale getirmemiştim. Hoşuma giden ne görürsem onu okur, bir yerlerde çalakalem birşeyler yazar ve sonra o yazdıklarımın nerede olduğunu dahi unuturdum. Şimdi bu okuma işine daha tematik ve programlı yaklaşıyorum. Örneğin şu sıralar sosyoloji bilimine dair okumalar yapıyorum. Etkili okuma yapmak kesinlikle çok farklı. Bir metni okurken anlayamadığım bir ifade veya kavramı farklı yerlerden araştırıyorum ve o esnada bambaşka şeyler de öğrenirken buluyorum kendimi. Önemli ve etkili gördüğüm yerleri not ediyorum. İnanın bu şekilde okuduğumda duyduğum haz çok farklı. Bu durum bir başkası için bir anlam ifade etmiyor olabilir, çünkü o kişi bu durumu çok önceden farketmiş ve uyguluyor olabilir. Ama bende değişiklik yarattı ve paylaşmak istedim.
                Bu günlük işsizlik günlüğüm burada noktalansın, bugün biraz didaktik bir anlatım yapmış gibi oldum ama niyetim sadece yazmak ve bunu sırf kendim için yapıyorum. Bir sonraki yazımda bazı bencilliklerin gerekliliği üzerine çene çalacağım. Nokta.

23 Ocak 2013 Çarşamba

FİL UÇUŞU: İki Yazarın Terapi Seansı

FİL UÇUŞU: İki Yazarın Terapi Seansı: 2008 yılında tanışan, dünya edebiyatının en önemli isimleri J. M. Coetzee ve Paul Auster 'ın mektuplaşmaları "Şimdi ve Burada" , sanattan ...

22 Ocak 2013 Salı

GZDZR: BİR İŞSİZİN GÜNLÜĞÜ_I

GZDZR: BİR İŞSİZİN GÜNLÜĞÜ_I: BİR İŞSİZİN GÜNLÜĞÜ - I Not: Bu satırlar gurur ve üzünçle yazılmıştır.                 İşsizlik bir statüdür, nitelik değildir. Dola...

BİR İŞSİZİN GÜNLÜĞÜ_I


BİR İŞSİZİN GÜNLÜĞÜ - I: Kutadgu Bilig

Not: Bu satırlar gurur ve üzünçle yazılmıştır.

                İşsizlik bir statüdür, nitelik değildir. Dolayısıyla değişebilme olasılığını içinde taşır. İşte belki de bu olasılıktır işsiz kişiyi dertten derde sürükleyen, depresif bir haleti ruhiyeye büründüren… Halbuki hiç değişmeyecek bir şey olsa “kaderine razı gelme”ye razı olacaktır. Ama o umut yok mu işte o umuttur içimizi kemiren, atıl kapasite bekler dururuz. Çok daha vasat kişiler başarmıştır hayatta başarılı olmayı, onlar hep örnek gösterilir sinirimizi daha çok bozmak için… Belki de büyük sıçrama metaforu yüzünden bunlar, bir dip yapıp havalara uçacağız filan… Bilmiyorum, ben yalnızca kendi duygu ve düşüncelerimi paylaşmakla yetineceğim.
                Şu hayatta kim olduğunu ve ne olmaya çalıştığını bilmek gibisi yoktur. Bunu bilenler büyük sırra erişenlerdir kanımca. Bunun yanında hiç sanmıyorum bu Kutadgu Bilig erenlerinin çok fazla olduğunu.. Ki işsizliğin en esaslı nedeni de budur. Bu nedenden sonra, maddi kaygılar, geleceğe yönelik kaygılar, geç kalma korkusu, kapalı alanda (mevzu bahis olan evdir) kalma korkusu, sosyal çevreden itilme korkusu, değersizlik hissi ve daha sayamayacağım bir dolu korkunç şeyle dolan psikoloji bir süre sonra arada bir temizlenmezse infilak eden bir çöp kamyonunu andırabilir. Bu yüzden siz işsizler arada bir ağlayın, gidin bir iki arkadaşınızla ceviz kabuğunu doldurmayacak konuları sağdan alıp sola vurun. Terbiyeniz el verirse arada bir küfredin. Anlatın, konuşun, paylaşın, kendinizden geçmeyin. Bunlar yalnızca temizlik için gerekli olan şeyler, kendinize gelmeniz için bunlar yetmez.
                Belki de hayatımızın amacı bir iş sahibi olmak olmamalı, kendini gerçekleştirmek ve mutlu olmak olmalı. Etrafıma dönüp iyice baktım, hiç öyle kendimi içinde bulunduğum gerçeklikten dışlayıp da etrafıma bakmamıştım. Ve ne gördüm? Sürekli sosyal medyada “yine işe geldim”, ”pazartesi sendromu” mesajları yazan, yoğun olmasından dolayı hayıflanıp duran, hiçbir şeyi yetiştiremediğini söyleyen, gündelik sorunlara hapsolmuş, kazandığı parayı harcayacak zamanı ve enerjisi olmayan, çoğu mutsuz insan yığını… Yaptığı işe yabancılaşmış ve hatta ne yaptığından haberi bile olmayan, eskiden bağlı olduğu değerlere körleşmiş olanlardan hiç bahsetmek bile istemiyorum. Bunları çalışanları kötülemek veya işsizlere moral vermek için söylemiyorum. Bunlar tamamen kişisel gözlemlerimdir. Sadece işsizlere sesleniyorum, “Çalışmak çalışmak dediğimiz, böyle bir şey mi olmalı?” Bunun üzerine düşünmeli ve bence “işsiz” statüsünden “çalışan” statüsüne ermek için ne olursa olsun denmemeli.
                Maya takviminin kehaneti bende vücut buldu, kişisel aydınlanmamı gerçekleştirmiş sayıyorum kendimi. Bu işsizlik, bu boşluk bana adeta bir sınav gibi geldi. Kendini bulma yoluna çıktım. Bu yolculuk sandığımdan da uzun sürecek ve hiç bitmeyecek, biliyorum. Çünkü ben de hayatımın bir anlamı olması gerektiğini düşünen enayilerdenim. Yolda olmak bana iyi geliyorsa o zaman yolda olacağım. Yazmaya da devam edeceğim bu günlüğü…

20 Ocak 2013 Pazar

L.A. Toplumsal Dışlama ve Kırsal Kalkınma


Latin Amerika ve Başka Bir Kalkınma / Henry Veltmeyer
(“LATİN AMERİKA’DA TOPLUMSAL DIŞLAMA VE KIRSAL KALKINMA” bölümünün değerlendirmesidir.)
            Dünya Bankası ve IMF’nin dayattığı yapısal uyum ve küreselleşme politikaları toplumsal yapısa bazı değişimlere ve dönüşümlere neden oldu. Sermaye saldırgan bir hal aldı ve kendi varlığını korumak için ücretleri kısmaya gitti. Bu durumdan dolayı sınıf çatışmaları da yoğunlaştı. Latin Amerika ve başka bölgelerde işçi sınıfı yapısal uyum süreci ve bu sürecin toplumsal dışlama koşullarının ağırlığını yüklendi. Egemen ekonomik neoliberal kapitalist kalkınma modeli yukarıdan (devlet aygıtının içinden) ve dışarıdan (iki taraflı ve çok taraflı dış yardım kurumları) dayatılırken, alternatif kalkınma modelleri sivil toplumun failliğine dayanır.
            CEPAL[1] modeli gibi sürdürülebilir geçim kaynakları modeli de yapısal uyum reformlarına dayanır ve sürece toplumsal bir boyut ve insani bir yüz vermeye çalışır.
Neoliberal Kapitalist Kalkınma ve Emeğe Saldırı
Neoliberalizm emperyalist yönünün yanında küçümsenmeyecek bir özelliğe de sahiptir: Toplumsal dışlama.
Bu modelin sonucunda kendi üretim araçlarından yoksun bırakılan, kapitalist kalkınma sürecinde marjinalleşen ve bu kalkınmanın hem formel siyasal hem de ekonomik sürecinden dışlanan, gittikçe büyüyen bir üretici ve işçi kitlesi ortaya çıkmıştır. Bunun gibi pek çok kötü sonuç vardır.


Emeğin Yeniden Düzenlenmesi
1990ların postfordist üretim rejiminin anahtarı üretim sürecinde sermaye ve emeğin kullanım esnekliğinin artmasıdır. Neoliberal modelin hükümetleri Arjantin’de Menem, Şili’de concertacion rejimi, Meksika’da Zedillo ve Brezilya’da Cardoso’dur. Bunlar kamu sektöründe anayasal iş hakkı korumasını ortadan kaldırmaya çalıştılar. Bu olmadıysa da uygulanan kolaylaştırıcı yasalarla birlikte tüm haklardan yararlanan ücretli işçilerin sayısı azaldı. İşsizlik arttı ve örgütlenme zayıfladı.
Toplumsal Dışlamanın Dayanakları
Toplumsal dışlama, yani kalkınma ve modernleşme sürecinin yararlarına katılım eksikliği ve bir manada hassaslık ve toplumsal kültürel ve insani çalışma bağlarının kopuş süreci olarak tanımlanır.
Toplumsal dışlamanın 6 önemli biçimi:
1-Emek pazarlarına erişim eksikliği emek gücünün katılım oranına yansır.
2-İş imkanlarına erişim eksikliği işsizlik oranlarına yansır.
3-“İyi nitelikli nezih işlere erişim eksikliği; en açık biçimde aşırı ve eksik istihdam oranlarındaki artışa ve biçimi itibariyle koşullara bağlı olan, üst düzeyde enformellik (resmi olmayan), düşük ücret ve kendi hesabına çalışmaya dayanan işlerin artmasına yansır.
4- Eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi toplumsal kalknma biçimlerine ve sosyal hizmetlere sınırlı erişim,
5- toplumsal üretim ve gelir araçlarına erişim eksikliği,
6- hane üyelerinin kendi temel ihtiyaçlarını karşılama yetersizlikleri; nispi ve mutlak yoksulluk göstergelerine yansır.
            Bu dönemde yapısal uyum politikaları ve neoliberal istikrarsızlaşma önlemleri, ulusal gelirin bölüşümündeki toplumsal eşitsizliği ve haksızlığı şiddetlendirdi. Brezilya bu konuda iyi bir örnektir. Gelir adaletsizliği had safhadadır. En zengin nüfus kesimi toplam payın yüzde 40’ını almaktadır. 1990larda durum iyice kötüleşmiştir. Bu dengesizliğin yapısal kaynağı, enformel sektörün fazla büyümesi ve işsizliğin artmasıdır. Rakamlar da göstermektedir ki sektörlerin verimlilik artışından ortaya çıkan kârın yüzde yüzünü sermaye almakta ve emek hiçbir pay alamamaktadır. Kitapta Brezilya, Arjantin ve Meksika’ya dair nicel veriler incelenmiş ve bu durum ortaya çıkmıştır.
            Toplumsal dışlama koşulları altında ortaya çıan sonuçlardan biri de kırsal nüfusun kente göç etmesi bir yana, kırda kalanların da yüzde yetmişten fazlası topraksız ve mağdur vaziyettedir. Brezilya’da yetmiş milyondan fazla insan yoksul kategorisindedir ki bu oranlamada nüfusun yarısından fazlası yoksul demektir.
Neoliberal kapitalist kalkınmaya muhalif olanlar da vardır. Ve bu bir alternatif kalkınma arayışına yönelmeye neden olmaktadır. Üç temel yönelim vardır, sıralayacak olursak:
1-CEPAL / Neoyapısalcı Model
2-Alternatif bir kalkınma biçimini savunanların geliştirdiği yukarıdan ve dışarıdan değil de, aşağıdan ve içeriden yürütülen,
Eşitlikçi ve toplumsal olarak kapsayıcı,
Biçim ve boyut itibariyle insani, insan temelli veya insan merkezli,
Yetkilendirici,
Hem çevre hem de geçim kaynakları bağlamında sürdürülebilir,
Sivil toplum örgütlerinin failliğine dayanan model.
3- Sistem karşıtı toplumsal hareketlerin ve doğrudan eylemin failliğine dayanarak, toplumsal kapsama ya da tutunum yönünde değişim ve kalkınmayı savunan çok sayıda öneri.
CEPAL Modeline bakıldığında,
1990’da enformel sektör teşebbüsleri ve faaliyetleri de dahil olmak üzere, ekonomik faaliyetin farklı sektörlerini ve birimlerini dışlamak yerine bütünleştirmeyi amaçlamaktaydı. Başlıca mekanizma, hükümetin karar alma sürecinin merkezsizleşmesi aracılığıyla daha katılımcı ve toplumsal olarak kapsayıcı bir kalkınma biçimi yaratmaktı. CEPAL ekonomistleri neoyapısalcı bir yaklaşım ve analitik çerçeeyle donanmışlardır. Şöyle ki,
1-      Eşitlikçi bir kaynak tahsisi için pazarın yeniden düzenlenmesi,
2-      Toplumun üretim kaynakalrına daha rahat erişim için hükümetin yapısal değişim ve siyasa reformları (toprak reformu, kırsal kredi projeleri vs.) yapılması,
3-      Yoksulları sistemin içine katarak yoksulluğu azaltıcı yeni bir sosyal politika üretilmesi,
4-      Eğitim, sağlık ve refah konusundaki politikaların güçlendirilmesi,
savundukları ve planladıkları dört şeydir. Teoride böyledir, ancak Şili dışında CEPAL modelinin pratikte ciddi bir değişiklik ve yoksullar için yarar sağlamadığı açıktır. Bunun nedenlerinden biri, öncülüğünü IMF’nin yaptığı insani yüz verme çabasının bir sonucu olarak ortaya çıkmasıdır. Zaten problemi yaratan da IMF ve Dünya Bankası’nın ortaya çıkardığı toplumsal dışlamadır. Dünya Bankası ile diğer sermaye ve uluslar arası kalkınma kurumlarıyla ve bahsi geçen ulusal hükümetlerle yapılan etkili anlaşma, yoksulların karar alma sürecine daha fazla katılımına yönelik bir sözdür, fakat bu katılım yerel ölçekli kararlarla sınırlandırılmıştır. Bu süreçte sivil toplum örgütleri de bazen bilinçli bazen bilinçsiz bir maşa haline gelmiştir.

Sürdürülebilir Geçim kaynakları Modeline bakıldığında,
            Bu model de yapısal uyum politikalarına dayanır ve reforma insani bir yüz verme çabasından ileri gelir.  Sürdürülebilir geçim kaynakları yaklaşımının özü, bölgesel ve topluluk temelli kalkınmayı, dışsal yapılar, failler ve süreçler tarafından yaratılan koşullar çerçevesinde yerleştirmektir. Bu bağlamda, analiz ve eylemin odak noktası, bu yapıların ve süreçlerin topluluğu geçim varlıkları – mali, toplumsal, insani, doğal ve fiziksel sermaye üretme kapasiteleri- üzerindeki etkisidir. Sürdürülebilir geçim kaynakları yaklaşımın diğer bir gayesi ise, dışsal süreçlerin olumsuz etkilerini asgariye indirebilecek ve bunları dönüştürebilecek eylem biçimleri saptamaktır. Bu bağlamda, üretim grupları, kooparatifler ve topluluk temelli çeşitli örgütler gibi birliklere odaklanılmıştır.
            Sürdürülebilir geçim kaynakları yaklaşımını savunanlar nasıl daha eşitlikçi ve verimli bir bölüşüm gerçekleştirilebileceğine veya bunlara erişim konusunda ilerleme sağlanabileceğine ilişkin yeni fikirler geliştirmezler. Burada hiçbir şekilde meydan okumayan, suya sabuna dokunmayan bir değişim anlayışı söz konusudur. Yani büyük yapısal değişimler değil.
            Sürdürülebilir geçim kaynakları yaklaşımı, alernatif kalkınmada değişimin kesişme noktasıdır. CEPAL modeliyle kıyaslandığında daha cazip yönleri vardır. Bu yaklaşım aşağıdan ve içeriden insiyatiflere dayanır. İkincisi, daha radikal veya devrimci değişim yönündeki baskılara karşı daha dayanıklıdır. Ayrıca sistemin kurumsallığı ile herhangi bir kopuşu veya iktidar yapısıyla doğrudan veya şiddetli bir mücadeleyi gerektirmez.





           




[1] ECLA adıyla da anılmaktadır. Economic Comission of Latin America, yani Latin Amerika Ekonomik Komisyonu.

16 Ocak 2013 Çarşamba

Günaydınlar Ülkesi'nden Bir Özür


GÜNAYDINLAR ÜLKESİ'NDEN BİR ÖZÜR

Bazen incitmek çok kolay ve hiç istemeden,
Geçip giden günlerin onun için anlamını bilmeden
Ve sıradanlığınıza yaslamışken siz o günleri…
Bir kalp kanatlarını açmış günaydınlar ülkesine yolculuğa çıktığında,
Bilmiyorsunuz anahtarı ellerinizle verdiğinizi…
Kırıyor, parçalıyor, ve fakat farketmiyorsunuz.
Siz yok musunuz siz...
Günaydınlar ülkesine vardığında,
“Kapalıyız” yazan bir tabela gibisiniz kapı arkasında,
O anahtar neye yarar içeride biri olmadığında?

Şili Örneğinde Demokrasi Macerası


ŞİLİ ÖRNEĞİNDE DEMOKRASİ MACERASI
Gözde Özer[1]
        Şili demokrasi tarihine bakacak olursak Halk Cephesi deneyimi ve Salvador Allende’nin parlamentoya girişi ile başlamak gerekir.[2] Şili cumhuriyet tarihinin de demokrasi tarihinde yeri olsa da bugün anladığımız şekliyle halk iradesine ve özgür seçimlere dayanan parlamenter rejimi o dönemlerde bulmak zordur.
        Şili, bilindiği gibi diğer Latin Amerika ülkeleri gibi İspanya boyunduruğundan sonra 1818’de  bağımsızlığını kazanmış bir ülkedir. Diego Portales önderliğinde cumhuriyet kurumlarını oluşturmayı başarmıştır. Nihayetinde ortaya 1833 Anayasası çıkmıştır. O dönemde otoriter bir başkanın sınırlarını çizdiği sınırlı bir demokrasi ortaya koyuldu. Bu mülkiyet ilişkilerine göre belirlenmiş aristokratik rejim, farklı burjuva fraksiyonlarını birleştirmiştir. 1871’e kadar 5 yılda bir halk seçimleri olmadan yenilenen başkanla  bu sistem devam etti. Başkan halefini kendi belirlediği için ve iki dönemden fazla başkan seçilemeyecekleri için her biri on yıllık hüküm sürdüler.
        1860-1870 yılları arasında Şili dünyanın en önemli bakır üreticisiydi. 1879-1883 Pasifik Savaşı’ndan sonra Peru ve Bolivya’nın da birtakım güherçile alanlarını topraklarına katarak kendine bi zenginlik daha eklemiş bulundu. Aynı şekilde kömür ve gümüşün ekonomideki etkisi de sözü edilebilir niteliktedir. Bu ekonomik zenginlikler siyasal istikrar için önemlidir.[3]
        19. yüzyılda kurumlar düzeyinde kimi reformlar da dikkat çekicidir. İlk medeni hukuk yasası 1855’te, din özgürlüğü 1865’te, başkanın ikinci kez seçilme hakkının iptali 1871’de, toplantı ve dernek kurma özgürlüğü yasası 1874’te, sınırlı seçim hakkının iptali ve siyasal partilerin seçimi kontrol hakkı 1874’te, medeni nikah ve seçim hakları yasası 1884’te çıkmıştır.[4] Devletin gelişmesiyle birlikte orta sınıfın genişlemesi ve siyasal arenada görünmesi söz konusu olmaya başlamıştır.
        Pasifik Savaşı’nın İngiliz galipleri Şili’de Güherçile Kralı olmuştu. Bağımsız kapitalizm ve burjuvazi kol kolayken ulusal çıkarları korumak zordu. Ancak bu dönemde işçi hareketleri de belirmeye başlamıştı.
        20. yüzyıla gelindiğinde 1930’larda Şili’de sanayileşme süreci gerçekleşiyordu. Tekstil, kimya ve besin sanayii devlet desteği ile kurulmuştu. Bununla birlikte sanayi proletaryası gelişti ve orta sınıf genişledi. Parlamentodaki oyları da aynı oranda arttı. Bu sosyal hareketin baskısıyla bu dönemde sosyal içerikli birtakım yasalar çıkarılabildi. 1973’e kadar da bu kazanımlar geliştirildi fakat askeri darbeden sonra hepsi rafa kalktı. Bu sırada sınıfsal ilişkilerin boyutu yeni bir biçim aldı ve “uzlaşmacı” bir burjuva sınıfı ortaya çıktı.
Şili Sosyalizm Yolu
        4 Eylül 1970’te Salvador Allende, Sol Koalisyon yani Unidad Popular tarafından başkanlığa seçildi. Birleşik halk cephesi, sosyalist parti, komünist partisi ve radikal partiden oluşuyordu. Unidad Popular emperyalizme karşı, tekellere ve oligarşilere, sosyal adaletsizliklere karşı bir program izliyordu. Yeni bir yol deniyordu, demokratik sosyalizm.[5] Allende’nin deyimi ile “Vino Tinto  ve Empenada[6]  tadında bir sosyalizm”. Allende’nin ifadesi ile popülizm ile sosyalist hareket arasında bu stratejik ortaklığın ötesinde daha köklü bir eklemlenme ve özdeşleşme hiçbir zaman olmamıştır.

        4 Nisan 1971’de belediye seçimleri yapıldı. UP oylardan % 49.75’ini almakla açık bir zafer kazanıyordu. 11 Temmuz 1971’de en büyük bakır işletmeleri millileştirildi. Bunun yanında en büyük metal işletmeleri, çeşitli bankalar ve tekstil fabrikaları da devletleştirildi. Bu tarihte ulusal gelirin % 58.6’sı ücretlerden meydana geliyordu.[7]
UP’ye Muhalefet:
        Enflasyon oranının artışı ve orta tabakaların hoşnutsuzluğu hükümetin pozisyonunu sarstı. Buna koalisyon uzlaşmazlıkları ve muhalefetin saldırgan eylemleri de eklendi. ABD’nin Şili’ye yönelik ekonomik engellemeleri, kredi kesintileri, makine ve yedek parça sevkıyatını durdurması, sanayi, tarım ve ulaştırma sektörüne yönelik baltalayıcı girişimleri de olayın başka bir yüzüydü.
        Muhalafet eylemlerinin tırmanması 11 Eylül 1973’te askeri darbesi ile son buldu. Salvador Allende düşürüldü. ABD zaten Allende başa geçtiğinden beri darbe koşulları için elinden geleni yapmıştı. Henry Kissinger “Beyaz Saray 1968-73” adlı anılar kitabında bunu açıkça teslim etmiştir.[8] “Artık karar vermiştik, Şili’deki elçimiz Korry’yi askeri bir darbenin olanak ve olasılıklarını araştırmakla görevlendirecektik. Ayrıca Allende’ye karşı etkili bir muhalefet olışturursak bunun lehte ve aleyhte noktaları ne olurdu, bunu da araştıracaktı.” Nixon bu iş için 10 milyon dolar ayırmıştı, ne de olsa Şili’de kurulacak olan sol hükümet ABD’nin ulusal güvenliği için tehlike arz etmekteydi.
        Bunun yanı sıra hükümet karşıtlığı burjuva kesiminde de vardı. Ve hatta radikal sol kesim Allende’yi burjuva güçlere fazla demokratik davrandığı gerekçesiyle suçlamaktaydı. Yiyecek maddelerinin dağıtımı boykot ediliyor, kara borsa yaratılıyor ve bunun sorumlusu hükümet olarak gösteriliyordu. Silahlı kuvvetleri kışkırtıyorlar, kaos resmi çiziyor ve ülke güvenliği elden gidiyor diyorlardı. Sağ görüşlü politikacılar da sürekli askerlerle iletişim halindeydi. Sonunda 11 Eylül 1973 günü Moneda Sarayı bombalandı ve Allende öldü.
Pinochet’in Askeri Diktatoryası:
        Bundan sonra askeri diktatorya altında Şili, Chicago Okulu’nun neoliberal muhafazakar görüşlerinin sahası haline geldi.[9] Herşey özelleştirildi, herşey piyasaya teslim edildi. Devlet piyasa ekonomisinin işleyişini kolaylaştıran, güvenlik organlarıyla onun serbestliğini sağlayan bir aygıt haline geldi. Ancak diktatoryanın sonucu olarak Şili ekonomik sorunlarla başbaşa kaldı. İhracatını bakır, molibden, selüloz, balık unu ve meyve oluştururken[10], ithalatın kapıları da ardına kadar açıldı. Bunun sonucunda işsizlik arttı. Dış borçlar 20 milyar dolar düzeyindeydi. IMF ile görüşmeler sıklaşmıştı. Zenginlik merkezileşmişti. En büyük beş holding en önemli 250 sanayi işletmesinde sermayenin üçte ikisini kontrol ediyor, ayrıca dış kredilerin %70’ini de onlar alıyordu. Dünya bakır rezervinin üçte biri olan Şili bakır rezervleri iki yabancı holding olan Anaconda ve Exxon’a satıldı. 1982 Şili ekonomisinin iflas yılıdır.

Askeri Rejimin Sonu:
        Bu kötü ortamda siyasi muhalefet, bütünlüklü bir yapı arz etmiyordu. Sağ, sol ve merkezden oluşan partiler, yasadışı ilan edilen devrimci yapılar ve sendikalar muhalif gruplardı. Pinochet diktatörlüğüne karşı eylemlilikler, MIR[11]’ın liderlerinin gizlice Şili’ye dönmeleriyle 1978’den sonra yoğunlaşmaya başladı. Bunun yanı sıra MAPU (birleşik halkçı eylem için hareket, 1969), FPMR (Manuel Rodriguez Yurtsever Cephesi-1983) gibi direniş örgütleri mevcuttu ancak çok fazla etkili olamadılar.[12] Ekonomik nedenlerle ilgili olan ilk büyük çaplı eylem 11 Mayıs 1983’te bakır işçilerinin başlattıkları genel grevle başladı. Temmuz 1983’te bakır işçilerini bastırma görevi orduya verildi. Bu direnişler ve muhalif sesler bir yandan olurken siyasi anlamda bunun göstergeleri de su yüzüne çıktı. Muhalifler sağ ve sol olmak üzere iki siyasi kanatta toplandı. Sağda Demokratik Birlik (AD) vardı. Solda ise Demokratik Halkçı Hareket (MDP) vardı. Bu sırada İçişleri Bakanı Sergio Onofre Jarpa demokrasiye geçiş sürecini hızlandıracağını söyleyedursun baskı da giderek artıyordu. İçindeki değişik görüşlere rağmen muhalafet toplu olarak anayasacı bir halk meclisi için mücadele veriyordu. Bunlara karşılık olarak Pinochet, komünizmle mücadelesini sürdürüyordu ve tüm ülkeyi işgal edip vatanın bütünlüğünü vurguluyor, her Şilili batılı değerlerin savunusunda bir neferdir diyordu.[13]
        Pinochet 1988’e kadar Şili’yi demir yumrukla yönetti. Devlet başkanlığını uzatmak için yaptırdığı plebisitte[14] halk Pinochet’i reddetti. Darbeden 16 yıl sonra Şili’de ilk seçimler yapıldı ve Hristiyan Demokrat Parti lideri Patricio Aylwin seçildi. Pinochet 1990’da görevinden ayrılsa da 1998’e değin genelkurmay olarak göevini sürdürdü. Zaten bu arada Berlin Duvarı yıkılıp Soğuk Savaş sona ermişti ve Pinochet tarihteki misyonunu tamamlamıştı.




[1] Ankara Üniversitesi, Latin Amerika Çalışmaları, Yükseklisans Öğrencisi.
[2] Ertuğrul Kürkçü v.d, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, 1988, İstanbul, s. 1465.
[3] Latin Amerika politikasında doğal kaynakların yeri için bknz.
 Eduardo Galeano, Latin Amerika’nın Kesik Damarları, Çeviren: Atilla Tokatlı- Roza Hakmen, Çitlembik Yayınları, İstanbul, Nisan 2010
[4] Ragıp Zarakolu (der.), Latin Amerika’da Militarizm, Devlet ve Demokrasi Dosyası, Alan Yayıncılık, Aralık 1985, s. 245
[5] Aziz Çelik, “Allende’yi Hatırlamak, 11 Eylül ve 12 Eylül”, T24 Bağımsız İnternet Gazetesi, 12.09.12.
[6] Vino Tinto meşhur Şili şarabı ve Empenada da meşhur Şili böreğidir.
[7] Ragıp Zarakolu (der.), a.g.e., s. 249.
[8] Detaylı bilgi için bknz. “Şili Darbesi’nde Kissinger Parmağı”, BBCTurkish.com, 11.09.08.
http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2008/09/080911_chile_kissinger.shtml
[9] Sibel Özbudun, Latin Amerika’da İsyanın Tarihi, Ütopya Yayınevi, Ankara, 2008, s. 413.
[10] Azgelişmişliğin bir göstergesi olarak, gelişmiş ülkeler gibi işlenmiş sanayi malı değil de hammadde ihraç ediyordu.
[11] MIR (Movimiento de Izquierda Revolucionaria veya Devrimci Sol Hareketi) 1960lı yılların ortalarında kuruldu. Şilili isyancı grup.1970'lerde, Başkan Salvador Allende'nin devrilmesinden sonra, aktif diktatör Augusto Pinochet önderliğindeki dönemde, Şili hükümetini devirmeye teşebbüs etmiştir. 
Ayrıntılı bilgi için bknz. latinamericanhistory.about.com/od/.../a/09ChileMIR.htm
[12] Latin Amerika’daki Marksist örgütlenmeler konusunda ayrıntılı bilgi için bknz. Michael Löwy, Latin Amerika Marksizmi, Çev. İrfan Cüre, Belge Yayınları, 1.Baskı, Mayıs 1998, İstanbul.
[13] Ragıp Zarakolu, a.g.e., s. 259.
[14] Plebisit (İng, Fr: plebiscite), herhangi bir siyasi konuda karar almak üzere halkoyuna başvurulması demektir. Genel kullanımda referandum ile eş anlamlıdır. Ancak tarihi literatürde plebisit sözcüğü, özellikle I. Dünya Savaşı ertesinde bazı bölge ve ülkelerin kaderini belirlemek için yapılan halk oylamalarını ifade eder.

14 Ocak 2013 Pazartesi

YÜK


Neyi fark ettim biliyor musun? Aslında kendimi çok yormuşum, hiçbir anı, dünü veya yarını düşünmeden tadını ala ala yaşadığımı bilmiyorum.
Dün ve yarın hep birer gölge gibi günümün peşi sıra geldi. Sonra bir baktım yaşadığım anlarda milyonlarca dünler, milyarlarca yarınlar var. Anlıyorsun işte sonra bi an geliyo sırtına bir kambur gibi çöken kayıp zamanların yükü bu…
Dün, bugün, yarın… Sanki ayrık parçalarmış gibi düşünmekle hata ettim bunca zaman, “bugün” benim için hiç olmadı ki zaten, bugünümün içinde saklı dünler ve yarınlarla yaşıyorum. Benim kelimelerim pişmanlık, keşke, özlem… Hayaller, büyük umutlar, planlar…
Kimsenin öyküsü bu kelimelerin kifayetsizliğine layık değil. Ne vardı hayıflanmayı kesip deliler gibi yaşasak… 

12 Ocak 2013 Cumartesi

Bi Acayip Zor Bu Mesele


Görücü usulü bir aşk istiyorum, görünce göresim gelsin, görmeyince ölesim… Böyle demiş ya İlhan Berk, işte ben o konuya girmek istiyorum.
Kapıdan içeri girdi.
Düşünceleri kendini aşmış gibi etrafındaki hiçbirşeyin farkına varmadan girdi içeri. Şapkasını kibarca masanın üzerine koydu…
Bu, onun etrafında kimse olmasa da yapacağı türden bir “masanın üzerine koyma”ydı. Ama benim dikkatimi çekmişti. O an ellerini gördüm, muhakkak bir sanatçı olmalıydı, ruhunu ellerinde taşıyan biri olduğu kesin! İhtimaller…[1]
Sonra,
Hiç öyle bakan olmamıştı bana, ben bile tanımıyordum bana baktığı beni… Gözleri toprağının renginde desem değil, uzak yerler özleminde desem o da değil, soğuk değil, sıcak değil. Hiçbir tarife sığdırmaya gelmez o saniyelerin gözleri. “No one will ever love you, like I do…”[2]
Görmeyince ölesim gelmesini istemiyorum ben artık… Niye ölesim gelsinmiş…
Önce aşık olup mutlu olacağım. Eşeğimi kaybedip de bulmuş gibi sevineceğim, oh ne güzel hala aşık olabiliyormuşum ben diye… Valla billa istemem, eşek de istemem, eşekten düşmüş karpuz olmamak için… İstemem!

Brezilya: Kültür ve Mutfak (İkinci Bölüm)


İKİNCİ BÖLÜM
BREZİLYA MUTFAĞI:
            Brezilya bir Güney Amerika ülkesidir. Samba karnavalıyla, geleneksel müziği ve dans stiliyle Afrikalı köklerini belli eder. Bunun dışında doğal güzellikleriyle dikkat çeker, Amazon Nehri ve Amazon ormanları ülkenin karakterinde önemlidir. Brezilya halkının kökleri Avrupalılara, Afrikalılara ve Amerika yerlilerine dayanır. Bu farklılık Brezilya’nın zenginliğidir ve yemeklere yansımıştır. Çeşitli acı baharatlar ve tropikal malzemeler mutfakta kullanılır.
            Özellikle sadece yerlilerin olduğu dönemden beri siyah fasülye, kabak, bir kök bitki olan manyok (cassava) bölgede tüketilen doyurucu besinlerdir. Avrupalılar geldikten sonra kendi damak zevklerini de beraberinde getirmişlerdir, pirinç, şekerli gıdalar ve tatlıları da ülke mutfağına katmışlardır. Afrikalı köleler ise hindistan cevizi sütü, hurma, acı biberleri kattılar. Örneğin, Afro Brezilyalı diyebileceğimiz  Xinxim tabağı çok ünlüdür, içinde tavuk, yer fıstığı, pirinç, limon, hurma yağı olan zengin bir yemektir. Modern Brezilya mutfağında da bu farklılıkların zenginliği gözlenmektedir. Brezilya, kuzey ve güney olarak kültürel anlamda ayrılmıştır diyebiliriz. Bu durum mutfakta da kendisini göstermektedir.

COĞRAFYA VE İKLİMSEL KOŞULLAR
            Brezilya verimli toprakları, yağmur ormanları, elverişli iklimi olan çok büyük bir ülkedir. Burada yağmur ormanlarında yüzlerce çeşit tropikal meyve ve devasa Brezilya fıstığı yaşam olanağı bulmuştur. Atlantik Okyanusu ve Amazon nehrinin buraya sağladığı su kaynağı zenginlikleri de ülkeye sunar. Elbette bu verimli ovalar ve pampalarda (pahm-pahs) sığır sürüleri dolaşmaktadır. Brezilya çiftliklerinde mısır ve diğer sebzeler kolaylıkla yetişmektedir. Brezilyalı aşçılar yemek yaparken seçenekleri çok fazladır. Ancak manyok (mah-nee-oc), pirinç ve fasülye temel besinlerdir. Modern Brezilyalıları oluşturanlar da, Portekizli ataları da, yerliler de, Afrika kökenliler de bu temel besinleri hep kullanmıştır. Brezilya yemekleri bunlar olmadan tamamlanmış sayılmaz.
  Nemli ve uzun yazlar, ılıman ve kısa kışlar yaşar, Güney Yarımkürededir.
  Doğu kısmında Atlantik Okyanusuna kıyısı (yaklaşık beş bin km) vardır.
  Brezilya’nın en dağlık bölümü güneydoğusudur.
  Güneybatıda Pantanal denilen sulak ve bataklık bir bölümü vardır. Pantanal karıncayiyenler, timsahlar, tropik kuşlar ve birçok balık türüne ev sahipliği yapmaktadır.
  Brezilyanın ortasında geniş ve düz bir plato yükselmektedir.
  Güney Amerika’nın en bilinen özelliği olan Amazon Nehri, ülkenin kuzeyini yemyeşil tropik ormanla kaplamıştır.
  Dağlar, yağmur ormanları, ovalar, tepeler, ve kumlu tropikal plajlar Brezilya’nın bir parçasıdır.
  Brezilya’nın kuzeyindeki sık yağmur ormanları bitki ve hayvanlar için çok az yer bırakır. Buranın yararı Amazon’dan gelen taze balıktır. Ülkenin doğu kıyıları deniz ürünleri bakımından zengindir. Istakoz, karides ve balık boldur.
  Güney kısımda Minas Gerais, Espírito Santo, Rio de Janeiro ve São Paulo ülkenin nüfusunun yüzde 90'ından fazlasını barındırmaktadır. Güney kısımların özellikle dağlık kısımları kuzeyden çok daha soğuktur.
Yoğun yağışlar güneyi ülkenin en  iyi tarım alanı yapmıştır. Güneydeki ve merkezdeki çiftçiler genelde pirinç, şeker ve kahve yetiştirmektedir. Meyve olarak da muz, papaya, avokado, portakal yetiştirirler. Bunun yanısıra sığır, domuz ve tavuk beslerler. Ülkenin güneydoğusu en sanayileşmiş bölümüdür. Rio de Janeiro’da aşağı yukarı 7 milyon kişi yaşamaktadır.

TARİH VE KÖKLER
I) İlk yerleşimciler:
  Bölgeye binlerce yıl önce yerleşmişlerdir. (Örn. Amazon Havzası-Tupi Yerlileri). Bu insanların yüzyıllarca dışardan kimseyle iletişimi yoktu. Doğa ile ilişkili tanrı ve tanrıçalara inanıyorlardı ve kültür ve gelenekleri böyle şekillendi.
  Avcılık ve toplayıcılıkla yaşamlarını sürdürüyorlardı. Balık avlıyor, fıstık, muz, kaju fıstığı, ananas, papaya topluyorlardı.
  Diğer gruplar yerleşik hayata geçtiler ve tarım başladı. Onlar bölgenin zengin toprağında fasülye, kabak ve mısır yetiştirdiler. Ve bunların yanında manyok (cassava veya yucca da denir) nişastalı bir kök bitkidir ve burada önemlidir. Manyok unu birçok yemekte de temel madde olarak kullanılır.
  Amazon ormanlarında halen dış dünyayla iletişim kurmadan yaşamaya devam eden kabileler olduğu ortaya çıkmıştır.Muhtemelen ataları gibi onlar da Amazon ormanlarının doğal mirası olan tropik meyveleri toplayarak ve hayvanlarını avlayarak yaşamlarını sürdürmekteler.
II) 1500’ler:
  Altın, gümüş arayan Portekizli kaşifler. Katolik mezhebi, Avrupalı gelenekler ve yemek.
  Portekizli sömürgeciler sevdikleri tarifleri de buraya getirdi, pirinci de getirdiler ve pirinç bölgede bir hammadde haline geldi. Bunun yanında et pişirme yöntemlerini de getirdiler. Portekizliler yumurta ve şeker yönünden zengin tatlı kültürlerini de buraya taşıdılar. Aynı zamanda sömürgeci aşçılar yerel malzemeleri de tariflerine katarak zengin bir mutfak oluşturdular.
  Portekizli sömürgeciler bölgeye yerleşmeye başladıkça bölgenin ılıman iklimi ve verimli topraklarında şeker kamışı ve tütünün çok iyi yetiştiğini gördüler. Bunlar Portekiz’de çok pahalı ürünlerdi.
  Pedro Alvarez Cabral 21 Nisan 1500 yılında bugünkü  Brezilya topraklarına ulaştı  ve buranın Portekizlilere ait olduğunu ilan etti. O günden sonra burada her anlamda Portekiz etkisi  başlamıştır.
  Şeker plantasyonlarında çalıştırmak üzere 1580’lerde Afrika’dan zenci köleler getirmeye başladılar. Köle ticareti bu toprakların kötü yüzü olsa da topraklara zenginlik katan bir özellik de olmuştur. Afrika gelenekleri ve müziği  –samba da bunun içindedir- Brezilya yerlileri ve Portekizlilerin kültürüyle karışmış ve yepyeni bir kültür ortaya çıkmıştır.
  Köleler kendi dini inançlarını da taşıdılar. Ancak bunlar Portekizliler tarafından yasaklanmıştır ve gizli biçimde devam ettirilmek istenince de Katolik mezhebi ve Afrika inanışları ile karışık bir dini inancı yaşama tarzı ortaya çıktı. Bunlardan yaygın olanlardan biri de “Candomblê”dir.
  Afrika kökenli nüfus buraya yeni pişirme yöntemleri ve içerikler de getirdi. Plantasyonlarda çalışan köleler efendilerine yemek pişirirken bunları da kullandı. Hindistan cevizi, palmiye yağı, zencefil bu içeriklerden bazılarıydı. Vatapá (kavrulmuş fındık, hindistan cevizi, karides ve baharat) gibi nişastalı ve baharatlı yemekler sofrada yerini almaya başladı.
III) 1700’ler:
  • Sonraki birkaç yüzyıl boyunca Brezilya gelişmeye ve büyümeye devam etti. 1700lerin başlarında ürünlere bir de kahve eklendi ve kahve ihracatı başladı.
·         Sonraki üç yüz yıl Portekiz hakimiyetinden sonra Brezilya 1822’de bağımsızlığını kazandı.
·         1800lerin sonlarında Brezilya nüfusu çeşitlendi, İtalya, Almanya ve Rusya’dan ülkenin büyük şehirlerine göçler oldu.
·         Bir yüz yıl sonra da Lübnan, Suriye ve Japonya’dan da göçler oldu. Göçmen aşçılar da Brezilya mutfağına katkıda bulundular. İtalyan makarnaları, Alman sosisleri, Japon suşileri Brezilya’nın büyük restoranlarında  yerlerini aldılar.
BREZİLYA’DA GEÇMİŞİN VE BUGÜNÜN VAZGEÇİLMEZLERİ[1]:
MANYOK, FASÜLYE VE PİRİNÇ
Bir Nişastalı Kök: Manyok
      Brezilyalılar yüzyıllardır, manyok, ya da diğer adlarıyla cassava, yuca  (u-ca), mandioca (mahn-dee-ohcah) tüketmektedir. Bu nişastalı kök bitki, Amazon nehri boyunca yaşamış olan Tupi (Too-pee) yerlileri tarafından yenmekteydi.
      Manyok büyük tatlı patateslere benzer. İnce uzundur ve kahverengi bir tabakayla kaplıdır. İç kısmı kar beyaz etli kısmıdır. Suyunun yenmeden önce çıkarılması gerekir çünkü zehirlidir. Tupi yerlileri bu suyu çıkarmak için lifli bitkilerden bir boru yapmışlardır.
Manyok tüketim şekilleri:
  Manyok haşlanmış patates gibi kaynatılarak yenebilir. Ya da farinha de mandioca (fah-rin-ah day mahn-dee-oh-cah) denilen bir un haline getirerek de kullanırlar. Elde edilen yiyeceğe farofa (fahr-oh-fah) denir. Galetaya benzer. Yerliler yemekleri terbiye etmek amacıyla bunu lapa şeklinde de kullanırlar.
  Modern Brezilyalılar hala farofa yemektedir. Farofa manyoktan yapılmış bir tür çeşnidir. Tıpkı tuz ve biber gibi her Brezilya sofrasında çeşni olarak bulunur. Brezilyalılar farofayı et, balık, pirinç, fasülye ve çeşitli sebzelerin üzerine serperler. Yemeğe çıtır bir lezzet katar. Brezilyalı aşçılar “o olmadan asla” derler.
  Farofa Brezilyalılar için manyok kullanmanın tek yolu değildir. Manyok ununu kapı kapı satılan tatlı cuscus (coos-coos) pudinglerinde de kullanırlar. Manyok unundan tapioca adı verilen bir tatlı da yapılmaktadır. Kızartılmış manyok da bir başka favori yiyecektir.
FASÜLYE:
  Fasülye yerli yiyeceklerinin favorilerinden biri olmuştur. 1500lerde Portekizli kaşif Pedro Álvars Cabral Brezilya’nın Portekiz’e ait olduğunu iddia etti. Otuz yıl sonra da Portekizli yerleşimciler bölgeye gelmeye başladılar. Yerli yemeklerine çabucak adapte oldular ve bol miktarda fasülye tüketmeye başladılar. Brezilya şeker plantasyonlarında çalıştırılmak üzere buraya getirilen Afrika kökenliler de fasülyeyi seviyorlardı. Börülceyi Brezilya’ya onlar katmıştı. Baharatlı şili biber, hindistan cevizi sütü, kurutulmuş karides gibi yiyeceklerle fasülyeyi zenginleştirdiler. Fasülye Afrikalılar için o denli önemliydi ki Tanrılarını onurlandırmak için pişirdikleri yemeklerde de yerini almıştır.
  Fasülye modern Brezilyalılar için de atalarında olduğu gibi çok önemlidir. Brezilya dünyanın en büyük fasülye üreticisi ve tüketicisidir. Beyaz, kırmızı, kahverengi, siyah ve daha birçok çeşidini burada görmek mümkündür. Ama en popüler olanı siyah fasülyedir.
  Brezilyalılar bir gün içerisinde mutlaka en az bir kez fasülye yerler. Aşçılar fasülyeyi yumuşak hale getirmek için saatlerce bekler. Fasülyeler yumuşadktan sonra aşçı onları ezer macun kıvamına getirir, biraz bekleynce kadifemsi bir doku oluştururlar. Daha sonra da baharat, domuz, soğan gibi yiyeceklerle karıştırılıp yenir.
  Fasülye herzaman yenmek için bir neden bulur, bazen bir balığa, bazen ete eşlik eder. Kalan fasülye de farofaya katılıp yenebilir. Ya da bu püre halindeki fasülye tıpkı patates gibi kızartılıp da yenebilir. Çorbası yapılır, hamur haline getirilip de kullanılır. Dilimlenmiş yumurta ile servis edilen siyah fasülye çorbası Brezilya’da çok meşhurdur.


PİRİNÇ:
  Pilav herzaman Brezilya’da fasülye ile servis edilen önemli yiyeceklerden biridir. Pilav ve bir kase fasülyenin bilinen eşlikçileri balık, kümes hayvanları ve kırmızı ettir. Pirinç aslında Brezilya’ya özgü bir yiyecek değildir ama Portekizliler onu bölgeye getirmiş ve yemeklere eşlik etmesini sağlamışlardır. Brezilya’nın verimli topraklarında yetişmeye uygun olmuştur sonraları.

  Brezilyalılar uzun ve dolgun pirinci severler. Mükemmel bir pilav çok dikkatli bir hazırlık gerektirir. Brezilyalılar pirinci yağda kavrulmuş sarımsak, kişniş, soğan ve çeşitli baharatlarla pişirirler. Bu teknik Portekiz kökenlidir, buna refogado (rayfoo-gah-doh) derler. Bazen hindistancevizi ve sütü de eklenebilir. Bu pilava kremsi bir tat ve aroma verir.
  Brezilyalılar pirinci meyvelerle karıştırıp renkli pilavlar yaparlar. Havuçlu, pastırmalı ve kuru üzümlü pilavları meşhurdur. Pilav, kızarmış muz, haşlanmış yumurta, jambonla da servis edilebilir. Hatta tatlısı sütlaç da çok revaçtadır, eritilmiş şeker ve tarçın dökülür üzerine ve servis edilir.

Bu üç temel gıda maddesinin (manyok, pirinç, fasülye) yanı sıra,
  Pantanal bölgesinde, doğu kıyılarında, Amazon Havzasında çok çeşitli balıklar ve deniz mahsülleri (ıstakoz, karides, yengeç vs.) vardır.
  Güneydeki ve merkezdeki çiftçiler genelde pirinç, şeker ve kahve yetiştirmektedir. Meyve olarak da muz, papaya, avokado, portakal yetiştirirler. Bunun yanısıra sığır, domuz ve tavuk beslerler.
  Bunların yanında tropikal meyvelerden portakal, muz, avokado, papaya, ananas vardır. Kabak, lahana, tatlı patates, patlıcan gibi sebzeler de bunlara eşlik eder.
  Kuzey ve Orta Brezilya’da sığırlar için otlaklar mevcuttur. Domuz ve tavuk eti de popülerdir. Birçok baharat ve aroma ile bu yiyecekler geliştirilmiştir.
  Acı biber, limon ve limon suyu, sarımsak, Hindistan cevizi sütü ve dendê yağı (Afrika kökenli bir palmiye yağı) Brezilya mutfağının temel maddeleridir.
 BÖLGELER VE YEMEKLER[1]
  Güney kısımda Minas Gerais, Espírito Santo, Rio de Janeiro ve São Paulo ülkenin nüfusunun yüzde 90'ından fazlasını barındırmaktadır. Güney kısımların özellikle dağlık kısımları kuzeyden çok daha soğuktur. Yoğun yağışlar güneyi ülkenin en  iyi tarım alanı yapmıştır. Güneydeki ve merkezdeki çiftçiler genelde pirinç, şeker ve kahve yetiştirmektedir. Meyve olarak da muz, papaya, avokado, portakal yetiştirirler. Bunun yanısıra sığır, domuz ve tavuk beslerler. Ülkenin güneydoğusu en sanayileşmiş bölümüdür. Rio de Janeiro’da aşağı yukarı 7 milyon kişi yaşamaktadır. Burada fakirlik ve zenginlik birarada bulunmaktadır. Ayrıca ülkenin meşhur Rio Karnavalı’na da ev sahipliği yapmaktadır.
Bir Yemeğin Hikayesi: Feijoda
  Feijoada (fay-jwa-dah) Brezilya’nın geleneksel yemeğidir. Üç yüzyıldan fazladır Brezilya’da pişirilir. Şeker plantasyonlarında çalışan Afrika kökenli köleler bu yemeği bulmuşlardır. Bu zengin domuzeti ve fasülye güveci ülkenin güneydoğusunda Rio de Janeiro yakınlarında ilk kez yapılmaya başlanmıştır. Kölelere domuzun sakatatını, ayaklarını, kulaklarını vs. veriyorlardı. Etin bu kısımlarını lezzetli hale getirmek için baharat ve fasülyeyi kullandılar, uygulanan bu karışım çok lezzetli hale geldi. Kaynayan yemeğin kokusu plantasyon evlerini sardı ve efendiler dayanamayıp bu lezzetli yemekten yemeye başladılar. Feijoda böyle oluştu.
  Hazırlamak ve yemek  saatler süreceği için feijoada genellikle Cumartesi günleri yenir. Et ve fasülye ayrı konur, etin ortasına genelde dil yerleştirilir. Güvece pirinç pilavı, ince rendelenmiş tavada kale (ıspanak benzeri), sıcak sos, portakal dilimleri ve farofa eşlik eder.
  Feijoada ilk olarak Rio de Janeiro ve Sao Paulo’nun güney kıyıları yakınlarında hazırlanmıştır. Domuz eti doyurucu bir garnitür olan tutu ile servis edilir. Tutu, soğan,sarımsak ve siyah fasülye püresinden yapılmaktadır.
  Aynı zamanda tabakta couve denilen, tereyağı ile sotelenmiş yeşillikler bulunur. Tabaktaki bu üç yemek  güneydoğuda Minas Gerais bölgesinde iki yüzyıldır varlığını sürdürmektedir. Ayrıca bazı varyasyonlarda servisin içinde beyaz pirinç pilavı, dilimlenmiş portakal da bulunur.
Sao Paolo
  Rio’nun 193km güneyindedir. 18 milyon nüfusu vardır. Brezilya güney Amerika’nın en zengin ülkesidir. Sao Paolo da bu ülkenin kozmopolit bir şehridir, farklı mimari yapıları barındırmasıyla dikkat çekmektedir. Karpuz dilimi şeklindeki otel binası ilginçtir. Sao Paolo’ya ilk Cizvit misyonerler 450 yıl önce yerleşmiştir. Bugün şehir son derece modern yapılar, gökdelenler, tuğla fabrikaları, apartmanlarla kaplıdır. Brezilya’nın müzik ve sanat merkezi haline gelmiştir. Etnik çeşitliliğine bağlı olarak her türlü mutfağı görebileceğiniz bir yerdir. 
  Paulistos iyi yemek seçiminde uzman olarak bilinirler. Kurutulmuş morina ile yapılan salata, Portekiz kökenlidir ve oldukça ünlüdür. Ayrıca deniz mahsülleri de çok ünlüdür. Güveç balık, moqueca capixaba içinde domates, taze soğan ve kişniş ile hazırlanmaktadır.
  Moqueca (moh-keh-cah) kuzeydoğu Brezilya’ya özgü lezzetli bir deniz mahsülleri güvecidir. Taze balık, deniz ürünleri ve tropikal meyveler kullanılarak yapılır. Bahia eyaletindeki eski Afrikalı köleler bu yemeği geliştirmiştir. Zaten Batı Afrika’da popüler olan deniz mahsülleri güvecine benzemektedir. Çeşitli sebzeler, hindistan cevizi sütü, şili biberi, dende yağı (koyu turuncu renkte Afrika kökenli bir palmiye yağıdır) yemeğin diğer bir malzemeleridir.
Minas Gerais’in yakınlarındaki Espirito Santo:
  Minas Gerais’in yakınlarındaki Espirito Santo Fransa kadar yüzölçümüne sahip geniş bir yerdir. Burada dünya altın rezervlerinin dörtte üçü bulunmaktadır ve Brezilya’nın en eski ve yüksek dağı  Serra da Mantiqueira’dan akan nehir boyunca yatakları vardır.
  Buranın altın gibi bir başka önemli şeyi ise peynirdir. Manyok unundan yapılan hamurla rulo içine sarılmış, parmesan peynirine benzer sert bir peynirleri vardır. 
  Minas Gerais ülkenin önde gelen süt, peynir, tereyağı üreticisidir. Muhtemelen bu malzeme zenginliği yüzünden de Brezilya’nın en iyi aşçıları Minas Gerais’ten çıkmıştır. Ananas, kiraz, üzüm, incir, guava, papaya gibi birçok meyve yetişir. Bunların yanında mineral bakımından zengin olan bu topraklarda sebze olarak domates, soğan, biber, bezelye, pancar, mısır, bamya, kabak, lahana,havuç, şeker kamışı, ve tabii ki kahve çekirdeği yetişir. Brezilya dünyanın önde gelen kahve üreticisidir.
  Minas Gerais’te çiftçiler yıllar önce bir tarif geliştirdi ve tüm Brezilya’ya yayıldı. Domuz filetosu limon, sarımsak, biber, portakal suyu ve maydonozla marine edilir ve yavaş yavaş kavrulur.
  Bunun gibi bir başka yemek de bir tavuk çorbası türüdür. O da Minas Gerais çıkışlıdır. Brezilyalılar bu çorbaya canja derler ve bir kez tadına bakınca niçin bu kadar ünlü olduğunu anlarsınız.


Parana:
  Parana ise farklı bir karakterdedir. Brezilya’dan mutfak ve mimari konusunda ayrılmaktadır. Burada büyük ölçüde Avrupa etkisi göze çarpmaktadır. İtalyan ve Alman göçmenler buraya 19. Yüzyılın ortalarında yerleşmişlerdir. Brezilya’nın en güneyindeki Rio Grande do Sul engebeli arazi ve pampalardan oluşmaktadır. Burası Arjantin ile komşudur.
  Gauchos adıyla anılan kovboylar kuzeyde sığır yetiştirmektedirler. 18.yy başlarından beri burada otlaklar vardır. Buraya 19.yy sonlarından Alman, İtalyan ve İsviçreliler, Doğu Avrupalılar yerleşmişlerdir. Bu kovboylar uzun süre yolculuk etmek zorunda olduklarından etleri heybelerinde taşımak durumundaydılar ve saklama yöntemleri geliştirdiler. Önce tuzlayıp sonra güneşte kurutuyorlardı.
  Carne do sol bugün bile hala Feijoda gibi Brezilya’da popüler bir yiyecektir. Bir yemek çeşidi de kurutulmuş et, pirinç, domates, yeşil biber ve acı  Malagueta biberle yapılmaktadır. Kovboylar Kuzey Amerikalılar’ınkine benzer biçimde kızartılan etler de yerler. Sadece tuz ve biberle basit soslarla etleri kızartıp mühürleyip yerler. Onun dışında Linguica adı verilen Brezilya sosisi yerler, sosisi şişe takıp ateşte  pişirirler. Churrascarias tüm etseverlerin rüyası durumuna gelmiştir.
  Sığır kuzeyde favori olsa da domuz ve tavuk da göz ardı edilemez. Rio Grande do Sul’da favori yemek, tavuk ve pirincin domates sarımsak ve soğanla harmanlanığı ve üzerinin parmesan peyniri ile kaplandığı yemektir, bu İtalyan mutfağının etkisini yansıtmaktadır.
  Brezilya’nın güneyinde denenmesi gerekenler: Füme et ve siyah fasülyeli yahni, rulo peynir, sotelenmiş yeşillik, kremalı mısır, börülce salatası, balık ve karides güveç, fırınlanmış domuz bonfile, Brezilya pilavı, katır sürücü pilavı, kolonyal tavuk.
  Gauchos (gow-chohs), yani Brezilyalı kovboylar hareketli olan yaşam tarzlarına uygun tarifler geliştirdiler. Churrasco (chur-rahscoh) kovboyların geliştirdiği geleneksel hale gelmiş meşhur yemeklerden biridir.
  Geçmişte aç kovboylar sığırları kesti ve demir şişlerin ucuna taktılar. Odun yakıp uygun bir açıyla eti üzerine yerleştirdiler. Eti yumuşatmak ve yanmasını önlemek için tuzlu su kullanıyorlardı. Et kahverengileşince kovboylar yiyebilecekleri büyüklükte parçalar kestiler ve bıçaklarıyla yediler. Farofa serperek yediler.
Kuzeyde Amazon’un Sundukları:
  Amazon nehri ve havzasını kapsayan kuzey bölümü, Brezilya’nın yüzde ellisinden fazla bir alanı kapsar. 3157 km lik Amazon, dünyanın en uzun su yollarından biridir. Dünya üzerindeki ekosistem çeşitliliği konusunda en zengin yerdir. Dünyadaki hayvan ve bitkilerin yüzde yirmisini burada görmek mümkün. Buradaki yağmur ormanları kendini tıbbın hizmetine sunmuştur.
  Elbette nehirler yalnızca su kaynağı değildir. Para - Belem’de taze balık tropikal meyvelerle pişirilir. Taze yengeçler kaynatılır ve acılı sosa batırılmış domates, sirke, soğan ve şili biberiyle servis edilir. Farklı isimlerde tropikal meyveler  guaraná, bacuri ve sapote olduğu gibi tüketilir ya da bunların suyu içilir.
  Bölgeye özgü Brezilya fıstığı ağacı 46 metreye kadar çıkan yüksekliği ve 6 metre çapındaki gövdesiyle buraya ait bir mucizedir. Bu Brezilya fıstığının boyutu 10 çam kozalağı kadardır. Protein bakımından oldukça zengin ve lezzetli bir aperatiftir. Ayrıca sayısız yemeğin içinde tereyağ ve unla, mısır unuyla birlikte kullanılır.
  Bahia eyaletinde Brezilya’nın geri kalanından daha farklı bir yemek kültürü vardır. Bahia’da Afrika etkisi baskındır. Hindistan cevizi sütü, fıstık, koyu turuncu renkteki palmiye yağı olan dende bu mutfakta çok kullanılır. Yemeklere rengini veren bu yağdan o yemeğin Bahia yemeği olduğu anlaşılır.
  Kuzey Amerikalılar bu yağı çok fazla doymuş bulabilir ama bu yağ Bahia’da temel yemek içeriklerinden biridir. Dende yağı genellikle pişirme sonrasında tat vermesi için ilave edilir.
  Bahia’da dikkat çeken başka bir besin de genç palmiye ağaçlarından elde edilen palmiye kalbidir. Palmiye kalpleri pişirilir ve taze portakal, kaju ve taze nane ile salatası yapılır.
  Pastel de carne denilen minik turtalar yaparlar. Turtanın içinde et ve baharat bulunur, kısık ateşte pişirilir. Bu da bölgede favori yemeklerdendir. 


[1] Matthew Locricchio, The Cooking of Brazil, MC Benchmark, second edition, Newyork, 2012




[1] Barbara Sheen, Foods of Brazil, Kidhaven Press, 2011