20 Ocak 2013 Pazar

L.A. Toplumsal Dışlama ve Kırsal Kalkınma


Latin Amerika ve Başka Bir Kalkınma / Henry Veltmeyer
(“LATİN AMERİKA’DA TOPLUMSAL DIŞLAMA VE KIRSAL KALKINMA” bölümünün değerlendirmesidir.)
            Dünya Bankası ve IMF’nin dayattığı yapısal uyum ve küreselleşme politikaları toplumsal yapısa bazı değişimlere ve dönüşümlere neden oldu. Sermaye saldırgan bir hal aldı ve kendi varlığını korumak için ücretleri kısmaya gitti. Bu durumdan dolayı sınıf çatışmaları da yoğunlaştı. Latin Amerika ve başka bölgelerde işçi sınıfı yapısal uyum süreci ve bu sürecin toplumsal dışlama koşullarının ağırlığını yüklendi. Egemen ekonomik neoliberal kapitalist kalkınma modeli yukarıdan (devlet aygıtının içinden) ve dışarıdan (iki taraflı ve çok taraflı dış yardım kurumları) dayatılırken, alternatif kalkınma modelleri sivil toplumun failliğine dayanır.
            CEPAL[1] modeli gibi sürdürülebilir geçim kaynakları modeli de yapısal uyum reformlarına dayanır ve sürece toplumsal bir boyut ve insani bir yüz vermeye çalışır.
Neoliberal Kapitalist Kalkınma ve Emeğe Saldırı
Neoliberalizm emperyalist yönünün yanında küçümsenmeyecek bir özelliğe de sahiptir: Toplumsal dışlama.
Bu modelin sonucunda kendi üretim araçlarından yoksun bırakılan, kapitalist kalkınma sürecinde marjinalleşen ve bu kalkınmanın hem formel siyasal hem de ekonomik sürecinden dışlanan, gittikçe büyüyen bir üretici ve işçi kitlesi ortaya çıkmıştır. Bunun gibi pek çok kötü sonuç vardır.


Emeğin Yeniden Düzenlenmesi
1990ların postfordist üretim rejiminin anahtarı üretim sürecinde sermaye ve emeğin kullanım esnekliğinin artmasıdır. Neoliberal modelin hükümetleri Arjantin’de Menem, Şili’de concertacion rejimi, Meksika’da Zedillo ve Brezilya’da Cardoso’dur. Bunlar kamu sektöründe anayasal iş hakkı korumasını ortadan kaldırmaya çalıştılar. Bu olmadıysa da uygulanan kolaylaştırıcı yasalarla birlikte tüm haklardan yararlanan ücretli işçilerin sayısı azaldı. İşsizlik arttı ve örgütlenme zayıfladı.
Toplumsal Dışlamanın Dayanakları
Toplumsal dışlama, yani kalkınma ve modernleşme sürecinin yararlarına katılım eksikliği ve bir manada hassaslık ve toplumsal kültürel ve insani çalışma bağlarının kopuş süreci olarak tanımlanır.
Toplumsal dışlamanın 6 önemli biçimi:
1-Emek pazarlarına erişim eksikliği emek gücünün katılım oranına yansır.
2-İş imkanlarına erişim eksikliği işsizlik oranlarına yansır.
3-“İyi nitelikli nezih işlere erişim eksikliği; en açık biçimde aşırı ve eksik istihdam oranlarındaki artışa ve biçimi itibariyle koşullara bağlı olan, üst düzeyde enformellik (resmi olmayan), düşük ücret ve kendi hesabına çalışmaya dayanan işlerin artmasına yansır.
4- Eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi toplumsal kalknma biçimlerine ve sosyal hizmetlere sınırlı erişim,
5- toplumsal üretim ve gelir araçlarına erişim eksikliği,
6- hane üyelerinin kendi temel ihtiyaçlarını karşılama yetersizlikleri; nispi ve mutlak yoksulluk göstergelerine yansır.
            Bu dönemde yapısal uyum politikaları ve neoliberal istikrarsızlaşma önlemleri, ulusal gelirin bölüşümündeki toplumsal eşitsizliği ve haksızlığı şiddetlendirdi. Brezilya bu konuda iyi bir örnektir. Gelir adaletsizliği had safhadadır. En zengin nüfus kesimi toplam payın yüzde 40’ını almaktadır. 1990larda durum iyice kötüleşmiştir. Bu dengesizliğin yapısal kaynağı, enformel sektörün fazla büyümesi ve işsizliğin artmasıdır. Rakamlar da göstermektedir ki sektörlerin verimlilik artışından ortaya çıkan kârın yüzde yüzünü sermaye almakta ve emek hiçbir pay alamamaktadır. Kitapta Brezilya, Arjantin ve Meksika’ya dair nicel veriler incelenmiş ve bu durum ortaya çıkmıştır.
            Toplumsal dışlama koşulları altında ortaya çıan sonuçlardan biri de kırsal nüfusun kente göç etmesi bir yana, kırda kalanların da yüzde yetmişten fazlası topraksız ve mağdur vaziyettedir. Brezilya’da yetmiş milyondan fazla insan yoksul kategorisindedir ki bu oranlamada nüfusun yarısından fazlası yoksul demektir.
Neoliberal kapitalist kalkınmaya muhalif olanlar da vardır. Ve bu bir alternatif kalkınma arayışına yönelmeye neden olmaktadır. Üç temel yönelim vardır, sıralayacak olursak:
1-CEPAL / Neoyapısalcı Model
2-Alternatif bir kalkınma biçimini savunanların geliştirdiği yukarıdan ve dışarıdan değil de, aşağıdan ve içeriden yürütülen,
Eşitlikçi ve toplumsal olarak kapsayıcı,
Biçim ve boyut itibariyle insani, insan temelli veya insan merkezli,
Yetkilendirici,
Hem çevre hem de geçim kaynakları bağlamında sürdürülebilir,
Sivil toplum örgütlerinin failliğine dayanan model.
3- Sistem karşıtı toplumsal hareketlerin ve doğrudan eylemin failliğine dayanarak, toplumsal kapsama ya da tutunum yönünde değişim ve kalkınmayı savunan çok sayıda öneri.
CEPAL Modeline bakıldığında,
1990’da enformel sektör teşebbüsleri ve faaliyetleri de dahil olmak üzere, ekonomik faaliyetin farklı sektörlerini ve birimlerini dışlamak yerine bütünleştirmeyi amaçlamaktaydı. Başlıca mekanizma, hükümetin karar alma sürecinin merkezsizleşmesi aracılığıyla daha katılımcı ve toplumsal olarak kapsayıcı bir kalkınma biçimi yaratmaktı. CEPAL ekonomistleri neoyapısalcı bir yaklaşım ve analitik çerçeeyle donanmışlardır. Şöyle ki,
1-      Eşitlikçi bir kaynak tahsisi için pazarın yeniden düzenlenmesi,
2-      Toplumun üretim kaynakalrına daha rahat erişim için hükümetin yapısal değişim ve siyasa reformları (toprak reformu, kırsal kredi projeleri vs.) yapılması,
3-      Yoksulları sistemin içine katarak yoksulluğu azaltıcı yeni bir sosyal politika üretilmesi,
4-      Eğitim, sağlık ve refah konusundaki politikaların güçlendirilmesi,
savundukları ve planladıkları dört şeydir. Teoride böyledir, ancak Şili dışında CEPAL modelinin pratikte ciddi bir değişiklik ve yoksullar için yarar sağlamadığı açıktır. Bunun nedenlerinden biri, öncülüğünü IMF’nin yaptığı insani yüz verme çabasının bir sonucu olarak ortaya çıkmasıdır. Zaten problemi yaratan da IMF ve Dünya Bankası’nın ortaya çıkardığı toplumsal dışlamadır. Dünya Bankası ile diğer sermaye ve uluslar arası kalkınma kurumlarıyla ve bahsi geçen ulusal hükümetlerle yapılan etkili anlaşma, yoksulların karar alma sürecine daha fazla katılımına yönelik bir sözdür, fakat bu katılım yerel ölçekli kararlarla sınırlandırılmıştır. Bu süreçte sivil toplum örgütleri de bazen bilinçli bazen bilinçsiz bir maşa haline gelmiştir.

Sürdürülebilir Geçim kaynakları Modeline bakıldığında,
            Bu model de yapısal uyum politikalarına dayanır ve reforma insani bir yüz verme çabasından ileri gelir.  Sürdürülebilir geçim kaynakları yaklaşımının özü, bölgesel ve topluluk temelli kalkınmayı, dışsal yapılar, failler ve süreçler tarafından yaratılan koşullar çerçevesinde yerleştirmektir. Bu bağlamda, analiz ve eylemin odak noktası, bu yapıların ve süreçlerin topluluğu geçim varlıkları – mali, toplumsal, insani, doğal ve fiziksel sermaye üretme kapasiteleri- üzerindeki etkisidir. Sürdürülebilir geçim kaynakları yaklaşımın diğer bir gayesi ise, dışsal süreçlerin olumsuz etkilerini asgariye indirebilecek ve bunları dönüştürebilecek eylem biçimleri saptamaktır. Bu bağlamda, üretim grupları, kooparatifler ve topluluk temelli çeşitli örgütler gibi birliklere odaklanılmıştır.
            Sürdürülebilir geçim kaynakları yaklaşımını savunanlar nasıl daha eşitlikçi ve verimli bir bölüşüm gerçekleştirilebileceğine veya bunlara erişim konusunda ilerleme sağlanabileceğine ilişkin yeni fikirler geliştirmezler. Burada hiçbir şekilde meydan okumayan, suya sabuna dokunmayan bir değişim anlayışı söz konusudur. Yani büyük yapısal değişimler değil.
            Sürdürülebilir geçim kaynakları yaklaşımı, alernatif kalkınmada değişimin kesişme noktasıdır. CEPAL modeliyle kıyaslandığında daha cazip yönleri vardır. Bu yaklaşım aşağıdan ve içeriden insiyatiflere dayanır. İkincisi, daha radikal veya devrimci değişim yönündeki baskılara karşı daha dayanıklıdır. Ayrıca sistemin kurumsallığı ile herhangi bir kopuşu veya iktidar yapısıyla doğrudan veya şiddetli bir mücadeleyi gerektirmez.





           




[1] ECLA adıyla da anılmaktadır. Economic Comission of Latin America, yani Latin Amerika Ekonomik Komisyonu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder