Latin Amerika ve Başka Bir Kalkınma
/ Henry Veltmeyer
(“LATİN AMERİKA’DA TOPLUMSAL
DIŞLAMA VE KIRSAL KALKINMA” bölümünün değerlendirmesidir.)
Dünya Bankası ve IMF’nin dayattığı
yapısal uyum ve küreselleşme politikaları toplumsal yapısa bazı değişimlere ve
dönüşümlere neden oldu. Sermaye saldırgan bir hal aldı ve kendi varlığını
korumak için ücretleri kısmaya gitti. Bu durumdan dolayı sınıf çatışmaları da
yoğunlaştı. Latin Amerika ve başka bölgelerde işçi sınıfı yapısal uyum süreci
ve bu sürecin toplumsal dışlama koşullarının ağırlığını yüklendi. Egemen
ekonomik neoliberal kapitalist kalkınma modeli yukarıdan (devlet aygıtının
içinden) ve dışarıdan (iki taraflı ve çok taraflı dış yardım kurumları)
dayatılırken, alternatif kalkınma modelleri sivil toplumun failliğine dayanır.
CEPAL[1]
modeli gibi sürdürülebilir geçim kaynakları modeli de yapısal uyum reformlarına
dayanır ve sürece toplumsal bir boyut ve insani bir yüz vermeye çalışır.
Neoliberal Kapitalist Kalkınma ve
Emeğe Saldırı
Neoliberalizm
emperyalist yönünün yanında küçümsenmeyecek bir özelliğe de sahiptir: Toplumsal
dışlama.
Bu
modelin sonucunda kendi üretim araçlarından yoksun bırakılan, kapitalist
kalkınma sürecinde marjinalleşen ve bu kalkınmanın hem formel siyasal hem de
ekonomik sürecinden dışlanan, gittikçe büyüyen bir üretici ve işçi kitlesi
ortaya çıkmıştır. Bunun gibi pek çok kötü sonuç vardır.
Emeğin Yeniden Düzenlenmesi
1990ların
postfordist üretim rejiminin anahtarı üretim sürecinde sermaye ve emeğin
kullanım esnekliğinin artmasıdır. Neoliberal modelin hükümetleri Arjantin’de
Menem, Şili’de concertacion rejimi, Meksika’da Zedillo ve Brezilya’da
Cardoso’dur. Bunlar kamu sektöründe anayasal iş hakkı korumasını ortadan
kaldırmaya çalıştılar. Bu olmadıysa da uygulanan kolaylaştırıcı yasalarla
birlikte tüm haklardan yararlanan ücretli işçilerin sayısı azaldı. İşsizlik
arttı ve örgütlenme zayıfladı.
Toplumsal Dışlamanın Dayanakları
Toplumsal
dışlama, yani kalkınma ve modernleşme sürecinin yararlarına katılım eksikliği
ve bir manada hassaslık ve toplumsal kültürel ve insani çalışma bağlarının
kopuş süreci olarak tanımlanır.
Toplumsal
dışlamanın 6 önemli biçimi:
1-Emek
pazarlarına erişim eksikliği emek gücünün katılım oranına yansır.
2-İş
imkanlarına erişim eksikliği işsizlik oranlarına yansır.
3-“İyi
nitelikli nezih işlere erişim eksikliği; en açık biçimde aşırı ve eksik
istihdam oranlarındaki artışa ve biçimi itibariyle koşullara bağlı olan, üst
düzeyde enformellik (resmi olmayan), düşük ücret ve kendi hesabına çalışmaya
dayanan işlerin artmasına yansır.
4-
Eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi toplumsal kalknma biçimlerine ve sosyal
hizmetlere sınırlı erişim,
5-
toplumsal üretim ve gelir araçlarına erişim eksikliği,
6-
hane üyelerinin kendi temel ihtiyaçlarını karşılama yetersizlikleri; nispi ve
mutlak yoksulluk göstergelerine yansır.
Bu dönemde yapısal uyum politikaları
ve neoliberal istikrarsızlaşma önlemleri, ulusal gelirin bölüşümündeki
toplumsal eşitsizliği ve haksızlığı şiddetlendirdi. Brezilya bu konuda iyi bir
örnektir. Gelir adaletsizliği had safhadadır. En zengin nüfus kesimi toplam
payın yüzde 40’ını almaktadır. 1990larda durum iyice kötüleşmiştir. Bu
dengesizliğin yapısal kaynağı, enformel sektörün fazla büyümesi ve işsizliğin
artmasıdır. Rakamlar da göstermektedir ki sektörlerin verimlilik artışından
ortaya çıkan kârın yüzde yüzünü sermaye almakta ve emek hiçbir pay
alamamaktadır. Kitapta Brezilya, Arjantin ve Meksika’ya dair nicel veriler
incelenmiş ve bu durum ortaya çıkmıştır.
Toplumsal dışlama koşulları altında
ortaya çıan sonuçlardan biri de kırsal nüfusun kente göç etmesi bir yana, kırda
kalanların da yüzde yetmişten fazlası topraksız ve mağdur vaziyettedir. Brezilya’da
yetmiş milyondan fazla insan yoksul kategorisindedir ki bu oranlamada nüfusun
yarısından fazlası yoksul demektir.
Neoliberal
kapitalist kalkınmaya muhalif olanlar da vardır. Ve bu bir alternatif kalkınma
arayışına yönelmeye neden olmaktadır. Üç temel yönelim vardır, sıralayacak
olursak:
1-CEPAL
/ Neoyapısalcı Model
2-Alternatif
bir kalkınma biçimini savunanların geliştirdiği yukarıdan ve dışarıdan değil de, aşağıdan ve içeriden yürütülen,
Eşitlikçi
ve toplumsal olarak kapsayıcı,
Biçim
ve boyut itibariyle insani, insan
temelli veya insan merkezli,
Yetkilendirici,
Hem
çevre hem de geçim kaynakları bağlamında sürdürülebilir,
Sivil toplum örgütlerinin
failliğine dayanan model.
3-
Sistem karşıtı toplumsal hareketlerin ve doğrudan eylemin failliğine dayanarak,
toplumsal kapsama ya da tutunum yönünde değişim ve kalkınmayı savunan çok
sayıda öneri.
CEPAL Modeline bakıldığında,
1990’da
enformel sektör teşebbüsleri ve faaliyetleri de dahil olmak üzere, ekonomik
faaliyetin farklı sektörlerini ve birimlerini dışlamak yerine bütünleştirmeyi
amaçlamaktaydı. Başlıca mekanizma, hükümetin karar alma sürecinin
merkezsizleşmesi aracılığıyla daha katılımcı ve toplumsal olarak kapsayıcı bir
kalkınma biçimi yaratmaktı. CEPAL ekonomistleri neoyapısalcı bir yaklaşım ve
analitik çerçeeyle donanmışlardır. Şöyle ki,
1- Eşitlikçi
bir kaynak tahsisi için pazarın yeniden düzenlenmesi,
2- Toplumun
üretim kaynakalrına daha rahat erişim için hükümetin yapısal değişim ve siyasa
reformları (toprak reformu, kırsal kredi projeleri vs.) yapılması,
3- Yoksulları
sistemin içine katarak yoksulluğu azaltıcı yeni bir sosyal politika üretilmesi,
4- Eğitim,
sağlık ve refah konusundaki politikaların güçlendirilmesi,
savundukları
ve planladıkları dört şeydir. Teoride böyledir, ancak Şili dışında CEPAL
modelinin pratikte ciddi bir değişiklik ve yoksullar için yarar sağlamadığı
açıktır. Bunun nedenlerinden biri, öncülüğünü IMF’nin yaptığı insani yüz verme
çabasının bir sonucu olarak ortaya çıkmasıdır. Zaten problemi yaratan da IMF ve
Dünya Bankası’nın ortaya çıkardığı toplumsal dışlamadır. Dünya Bankası ile
diğer sermaye ve uluslar arası kalkınma kurumlarıyla ve bahsi geçen ulusal
hükümetlerle yapılan etkili anlaşma, yoksulların karar alma sürecine daha fazla
katılımına yönelik bir sözdür, fakat bu katılım yerel ölçekli kararlarla
sınırlandırılmıştır. Bu süreçte sivil toplum örgütleri de bazen bilinçli bazen
bilinçsiz bir maşa haline gelmiştir.
Sürdürülebilir
Geçim kaynakları Modeline bakıldığında,
Bu model de yapısal uyum politikalarına dayanır ve
reforma insani bir yüz verme çabasından ileri gelir. Sürdürülebilir geçim kaynakları yaklaşımının
özü, bölgesel ve topluluk temelli kalkınmayı, dışsal yapılar, failler ve
süreçler tarafından yaratılan koşullar çerçevesinde yerleştirmektir. Bu
bağlamda, analiz ve eylemin odak noktası, bu yapıların ve süreçlerin topluluğu
geçim varlıkları – mali, toplumsal, insani, doğal ve fiziksel sermaye üretme kapasiteleri-
üzerindeki etkisidir. Sürdürülebilir geçim kaynakları yaklaşımın diğer bir
gayesi ise, dışsal süreçlerin olumsuz etkilerini asgariye indirebilecek ve
bunları dönüştürebilecek eylem biçimleri saptamaktır. Bu bağlamda, üretim
grupları, kooparatifler ve topluluk temelli çeşitli örgütler gibi birliklere odaklanılmıştır.
Sürdürülebilir geçim kaynakları yaklaşımını savunanlar
nasıl daha eşitlikçi ve verimli bir bölüşüm gerçekleştirilebileceğine veya
bunlara erişim konusunda ilerleme sağlanabileceğine ilişkin yeni fikirler
geliştirmezler. Burada hiçbir şekilde meydan okumayan, suya sabuna dokunmayan
bir değişim anlayışı söz konusudur. Yani büyük yapısal değişimler değil.
Sürdürülebilir geçim kaynakları yaklaşımı, alernatif
kalkınmada değişimin kesişme noktasıdır. CEPAL modeliyle kıyaslandığında daha
cazip yönleri vardır. Bu yaklaşım aşağıdan ve içeriden insiyatiflere dayanır.
İkincisi, daha radikal veya devrimci değişim yönündeki baskılara karşı daha
dayanıklıdır. Ayrıca sistemin kurumsallığı ile herhangi bir kopuşu veya iktidar
yapısıyla doğrudan veya şiddetli bir mücadeleyi gerektirmez.
[1] ECLA
adıyla da anılmaktadır. Economic Comission of Latin America, yani Latin Amerika
Ekonomik Komisyonu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder